Türkiye’nin siyasi tarihi, fikirlerin çarpıştığı ve idealler uğruna mücadelelerin verildiği bir sahne olmuştur. Bir zamanlar sokaklarda, üniversitelerde ve meydanlarda sağcı ve solcu kimlikleriyle birbirine cephe alan gençler vardı. O dönemlerde yaşanan ideolojik çatışmalar, düşünce temelli bir mücadelenin ürünüydü. Ancak bugün, o keskin ayrımların yerini düşünmeden taraf tutan, sorgulamayan bir partizanlık aldı.
Dünün sağcıları milli değerleri savunurken, solcular emek ve özgürlük mücadelesinin bayrağını taşıyordu. Bu kutuplaşmanın ortasında ise, Milli Görüş hareketi bambaşka bir çizgiyle öne çıkıyordu. Prof. Dr. Necmettin Erbakan önderliğinde şekillenen Milli Görüş, ne geleneksel sağın pragmatizmine ne de solun materyalist yaklaşımlarına tam olarak yakındı. Kendi ideolojik omurgasını İslami değerler, ahlaki duruş ve ekonomik adalet üzerine kurdu. “Önce ahlak ve maneviyat” söylemiyle yola çıkan bu hareket, Batı taklitçiliğine karşı yerli ve milli bir kalkınma modelini savundu.
Milli Görüş, sadece bir siyasi hareket değil; aynı zamanda bir medeniyet iddiasıydı. Adil düzen, ağır sanayi hamlesi, denk bütçe gibi kavramlarla Türkiye’nin bağımsızlığını ve kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi modelini savundu. Siyaseti yalnızca iktidara ulaşmak için değil, toplumu dönüştürmek için bir araç olarak gördü. Ancak zamanla bu çizgiden uzaklaşıldıkça, Milli Görüş’ün ilkeleri ve idealleri de günümüz siyasetinde yer yer unutulmaya başladı.
Bugün gelinen noktada, siyaset artık bilgi ve bilinçten çok; aidiyet, duygusallık ve lidere bağlılık üzerinden şekilleniyor. Sağcılık ya da solculuk bir düşünce sisteminden çok bir kimliğe dönüşmüş durumda. Parti ya da lidere bağlılık, eleştiriden uzak bir teslimiyet halini aldı. Eskiden fikirler tartışılırken, şimdi sosyal medya üzerinden hakaretler, tehditler ve kutuplaştırıcı nefret dili hâkim. Öyle ki, bir zamanlar birbirine zıt cephelerde yer alanlar, bugün aynı safta birleşebiliyor. Dünün savunduklarının tam tersini söyleyen aktörlerle dolu siyasi bir manzaradayız. Bu tutarsızlık, seçmenin kafasında ciddi bir bulanıklık yaratıyor ve sorgulama refleksini zayıflatıyor.
Oysa demokrasi, düşünmeden olmaz. Bir lideri ya da partiyi desteklemek, onun her sözünü sorgusuz sualsiz tekrarlamak değil; gerektiğinde eleştirebilmektir. Belki de yeniden kitaplara dönmenin, yeniden tartışmanın, farklı fikirleri anlamaya çalışmanın zamanı gelmiştir. Milli Görüş’ün bize öğrettiği gibi; siyasette samimiyet, tutarlılık ve inanç esastır. Sağcı ya da solcu olmaktan önce, bilinçli bir yurttaş olmak gerekir. Çünkü gerçek duruş; bir tarafa yakın olmak değil, adaletin, aklın ve ortak geleceğimizin yanında durabilmektir.