Prof. Dr. Doğan Aydal, küresel iklim krizine dair kamuoyunda yaygın şekilde benimsenen görüşlerin arka planını sorgulayan çarpıcı bir rapor yayımladı. İklim değişikliğine dair bilimsel gerçekler kadar, bu gerçeklerin nasıl kullanıldığına dair eleştiriler de içeren raporda Aydal, küresel güçlerin atmosfer üzerinden kurduğu ekonomik denetim sistemine dikkat çekiyor.
Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Doğan Aydal’ın hazırladığı “Küresel Yalanlar ve İklim Anlaşmaları” başlıklı çalışması, dünya kamuoyunu meşgul eden iklim krizi tartışmalarına bambaşka bir perspektiften yaklaşıyor. Çalışmada, iklim değişikliği ile ilgili küresel söylemlerin siyasi ve ekonomik amaçlarla yönlendirildiği, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin bu süreçte hem ekonomik hem stratejik olarak tuzağa düşürülmeye çalışıldığı belirtiliyor.
‘Ortalama Sıcaklık’ Yanılgısı
Ortalama sıcaklık olarak anlatılan bilimsel anlatılara değinen Aydal, yaşanabilir Dünya’nın ortalama sıcaklığının yaklaşık 15 derece olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Dünya’nın ikliminden bahsederken, sera etkisi, metan, karbondioksit ve su buharı gibi atmosferik sera gazlarının, Güneşten Dünyamıza gelen kızılötesi, ultraviyole veya termal radyasyonun Yerküre tarafından emilmesi sebebiyle gezegenin yüzeyinin ısınmasıdır. Bu ışınlardan bir kısmı yüzeyle temas ettikten sonra atmosfere doğru tekrar yayılırlar. Bu, herhangi bir insan kaynaklı sera gazı yayılımı (emisyonu) olmadan doğal olarak gerçekleşir; sera etkisinin varlığı, yüzeyi yaşanabilir bir sıcaklıkta tuttuğu için yaşanabilir bir Dünya’nın hayati bir ihtiyacıdır. Sera etkisi olmasaydı Dünya’mız ortalama sıcaklığı yaklaşık -18 ° C olan çok daha soğuk olacaktı. Durum böyle olsaydı, Dünya’daki su donardı ve bildiğimiz gibi yaşam olmazdı. Yaşanabilir Dünya’nın ortalama sıcaklığı yaklaşık 15 ° C’dir.”
Ancak Aydal’a göre sorun, sera etkisinin doğallığı değil, insan eliyle artırılan sera gazı salınımının etkisinde yatıyor:
“İnsan kaynaklı sera etkisi ise, insanların, endüstriyel üretim, enerji üretimi, ısınma, ormanları yok etme ve benzeri faaliyetlerinden atmosfere salınan başta karbondioksit, metan, CFC, PFC’ler olmak üzere daha yüksek miktarda sera gazının yayılımı sonucu olarak Dünya yüzeyinin artan ısınmasını ifade eder. Isınmaya sebep olmalarının temel sebebi bu maddelerin moleküllerinin atmosferdeki konsantrasyonlarının artması sebebiyle yeri ısıttıktan sonra yerden yayılarak uzaya geri dönmesi gereken ultraviyole, kızılötesi ışınlar gibi ışınların bir kısmını tekrar Dünya yüzeyine yönlendirmeleridir. Bunun sonucu olarak Yerküre ve Okyanuslar olması gerekenden daha fazla ısınmaktadır. Bu gazların miktarı arttıkça geri dönen yayılımların miktarı da artmaktadır. Dünya’ya insan müdahalesi olmadan ve olduktan sonraki temel fark atmosferde bulunan sera gaz moleküllerinin artması ve bu moleküllerin Dünya’dan yayılan enerjinin bir kısmının uzaya dönüşünü engelleyip Dünya yüzeyine tekrar göndererek daha fazla ısınmaya sebep olmasıdır.”
Küresel Isınma: Gerçek Etkiler Ne Kadar?
Prof. Dr. Aydal, tarihsel olaylar çerçevesinde Dünya sıcaklık verilerini de analiz ediyor:
“Küresel ısınma, yakın tarihte insan faaliyetlerindeki hızlı artış, büyük miktarlarda sera gazı emisyonunun devam etmesine yol açmıştır. Atmosferde daha küçük konsantrasyonlarda gerekli olmasına rağmen, atmosferdeki artan karbondioksit, metan ve diğer gaz miktarı, küresel ısınmanın artmasına neden olmaktadır. Dünya daha önce hiç bu kadar kısa sürede atmosferdeki sera gazı miktarında bu kadar büyük bir artış görmemişti ve bu da Dünya’nın ikliminde önemli değişikliklere yol açıyor. Artan sera etkisi, Dünya’nın iklim dengesini bozar ve küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında bir artışa yol açmıştır. Dünya sıcaklığındaki bu artışın, yağıştaki değişiklikler, okyanus dolaşımı, artan sayıda aşırı hava olayı ve yükselen deniz seviyesi gibi devam eden ciddi etkileri olacağı tahmin edilmektedir. Bu değişikliklerin tarım, biyolojik çeşitlilik ve insan sağlığı için daha fazla sonucu olabilir.
Endüstriyel devrimin başladığı, petrol, kömür, odun ve diğer enerji ürünlerinin bolca tüketildiği, Birinci Dünya savaşı sırasındaki yangınların bile Dünya ısı artışına, 1877-78’deki küçük artış hariç, hiç sebep olmadıkları görülmektedir. Aksine Dünya ısısı eksi 0,40 santigrat düşüklük gösterdiği yıllar yaşamıştır. Bu durum aksine 1940-2010 arasında İkinci Dünya harbinin, sekiz yıllık İran-Irak savaşının, Vietnam savaşının ve birçok savaşın yanı sıra Kuveyt’teki petrol kuyularının 1991 yılında onbir ay yanmasının, birçok ülkede çıkan orman yangınlarının atmosferin ısınmasına önemli bir katkısının da olmadığı görülmektedir. Buna rağmen ısı artışı 0,20 santigrat dereceler civarında olmuştur.
Ozon Tabakasındaki Gizemli Küçülme ve Güney Yarımküre Gerçeği
Aydal’ın dikkat çektiği bir başka çarpıcı başlık ise ozon tabakasındaki değişimlerin yanlış yorumlanması:
“1979’dan beri Toplam Ozon Haritalama Spektrometreleri (TOMS) ile yapılan haritalamalarda elde edilen görüntüler NASA tarafından paylaşılmıştır (Şekil 8). Ozon deliğinin büyüklüğü 1979 yılından beri NASA ve Avrupa Birliği başta olmak üzere dört kurum tarafından takip edilmektedir. Bu dört kurum da 2019’da Ozon tabakasında kendiliğinden oluşan küçülmeyi açıklayamamaktadırlar.
Dünya’da ozon tabakası ile ilgili haberler yayılırken, konuyu yakından takip etmeyen birçok kişi ozon tabakasının inceldiği alanın büyümesinin insanların çok daha yoğun olduğu ve İnsan üretimi sera gazlarının çok miktarda salındığı Kuzey Yarımküre’de gerçekleşmiştir diye düşünebilir. Bu düşüncelerin tam aksine önemli ozon tabakasının inceldiği alanın büyümesi Güney Yarımküre’de Antarktika üzerindeki stratosfer tabakasında gerçekleşmiştir. Kanada’lılar Kuzey Yarımküre’de çok az incelme olduğunu ifade etmiş olsalar da esas incelme Güney Yarımkürede ve Antarktika’yı kapsayacak kadar büyüktür.”
Yapay Yağış Yöntemleri
Doğaya müdahale tekniklerine dair güçlü uyarılar da raporda yer alıyor:
“Küresel güçler Atmosferden para kazanabilmek bir başka yalana daha başvurmuşlardır. Kuraklık, düzensiz yağmurlar ve özetle iklim değişikliği ve bunun Dünya ülkelerinde oluşturduğu korku ve panik. Küresel güçlerin son yıllarda kullandıkları silahlardan biri de istedikleri yere yağmur yağdırmak, herhangi bir yere yağmur yağmasını engellemek, kasırga, tayfun gibi tabii oluşumların gücünü azaltarak ülkelerine olacak tahribatları azaltmak gibi tekniklerdir.
Bulut tohumlama olarak da bilinen yapay yağmur, yağmur veya kar oluşumunu teşvik etmek için maddeleri havaya dağıtarak yağışı artırmak için kullanılan bir yöntemdir. Bu teknik, bulutların etrafında su damlacıklarının oluşması için çekirdek görevi gören gümüş iyodür, potasyum iyodür veya kuru buz gibi malzemelerle tohumlanmasını içerir. Bu parçacıklar nemi çektikçe, daha büyük damlacıkların büyümesine yol açabilir ve aksi takdirde yağmur veya kar üretmeyebilecek bulutların içindeki yağışları potansiyel olarak uyarabilirler. Onlarca yıldır denenmiş olsa da etkinliği atmosferik koşullara ve diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir.
Doğan Aydal Uyarıyor: “Küresel Bir Soygun Düzeni”
Aydal, bu sözde İklim ve Çevre düzenlemeleriyle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere yönelik ekonomik baskının kapıda olduğunu vurguluyor:
“Açık delillerden de görüleceği üzere hiçbir şey gösterildiği veya empoze edildiği gibi değildir. Dünya’nın hâkim güçleri ince ayar bir soygun düzeni kurmuşlar, gelişmekte olan veya fakir ülkeleri nasıl kandırabileceklerinin hesaplarını yapmaktadırlar. Hiçbir şey yapılmasa sadece orman miktarı ikiye katlansa bile kolayca çözülebilecek bir problem altı bilinmeyenli bir sorun yumağı haline getirilmiştir. Ülke adına uyanık olmadığımız takdirde Küresel güçler tarafından seçilen çimento, elektrik, gübre, demir çelik, alüminyum ve hidrojen sektörleri bize ekstra sıkıntı çıkartacaktır.
Birçok vatandaşımız dikkat etmemiş olsa da Avrupa Birliği Üyeleri bu karbon Sertifikası çalışmalarına ve uygulamalarına çoktan başlamış bulunmaktadır. Avrupa Birliği Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasını (SKDM) kuran Tüzük, 16 Mayıs 2023 tarihinde AB Resmî Gazetesi’nde yayımlanmış; SKDM geçiş dönemi uygulama usul ve esasları ile hesaplama metodolojisini belirleyen Yönetmelik ise 17 Ağustos 2023 tarihinde kabul edilmiştir. Bu yönetmeliğe göre, 1 Ekim 2023 tarihi itibariyle çimento, elektrik, gübre, demir çelik, alüminyum ve hidrojen sektörleri SKDM’nin kapsamında yer alacak ve karbon beyanında bulunma zorunluluğuna tabi tutulacaktır.
Sınırda karbon Düzenleme mekanizması ile karbon sertifikası istenecek sektörler dikkate alındığında, Ülkemizde de İnşaat fiyatlarının hızla artacağı, tarımın en önemli girdisi gübreye gelecek zamlarla ekmek fiyatlarının bile yeniden ayarlanacağı(!) görülecektir. Taşımacılığa eklenen zamlar ise zaten çok sıkıntılı durumda olan vatandaşlarımızı birçok sektörde çok daha sıkıntılı bir duruma sokacaktır. Paris’te yapılan anlaşmanın satır aralarında, Türkiye kömür rezervlerini karbon yayılım hesaplarına dahil etmeyi kabul etti ise, 14 milyar tonluk linyit rezervlerimize ekstra bir fatura da gelecek demektir. Hayvanlar geviş getirirken metan gazı çıkarmaktadır. Bu sebeple hayvan sayımızı azaltacağımız yönünde bir taahhüt verildi ise çok yakın gelecekte etin kilosunun 2500 TL’yi aşması kaçınılmaz olacaktır. Kaldı ki, Hükümetimizin Kyoto protokolünün başarısızlığı açıkça görüldükten sonra Paris Anlaşmasını neden imzaladığı da ayrı bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Bütün unsurları dikkate alındığında Paris Anlaşmasının Vahşi Emperyalizmin Gelişmekte olan Ülkeleri “İklim” bahanesiyle “Karbon Sertifikası” aracılığı ile soyma düzeni olduğu da açıkça görülmektedir.”
Raporun Tamamı:
Küresel Yalanlar ve İklim Anlaşmaları – Prof. Dr. Doğan Aydal