Veliler ve öğrencilere önemli tavsiye: Tatilde mutlaka böyle yapın!

Veliler ve öğrencilere önemli tavsiye: Tatilde mutlaka böyle yapın!
Yayınlama: 02.06.2024
A+
A-

Gazeteci-Yazar Serdar Arseven, Milat Gazetesi’ndeki köşesine yaz tatiline girmeye hazırlanan öğrencilerle velilere seslendi:

“Yaz tatilleri mutlaka çalışarak geçirilmeli.Ben olsam, çıraklık yaşına gelmiş evlâdımı yaz tatilinde “tanıdık” bir ustanın yanına verirdim.

Hayatı öğrenirdi biraz, şükrü öğrenirdi.Etrafınıza bakın, tanıdığınız bir usta mutlaka vardır.Çocuk, iki yaz tatilinde, mesela “berber” yanına takılsa mesela, fena mı?Yakında berber bulamayacağız, zira.Usta bugünkünden de kıymetli hale gelecek.”

İşte Serdar Arseven‘in eğitim sistemini eleştirdiği ve öğrencilerle velilere önemli tavsiyelerde bulunduğu yazısı:

 

Yazları mutlaka çalışsın!

Çocuğumuzun her istediğini elimizden geldiğince yapıyoruz.

Hayatlarını çok kısıtlı imkânlarla idame ettirmek mecburiyetinde olanlarımız bile, borç harç “fedakârlık” yapıyor, çocuk hiçbir şeyden mahrum olmasın diye.

Ona kıyamıyoruz.

Bizim yaşadıklarımızı yaşamasın istiyoruz, “iyi anne-babalar” olarak.

Çocuğumuzun bir şeylere ulaşmak için “çaba” göstermesine hiç gerek kalmıyor.

İhtiyaç duyduğu, duymadığı ne varsa “hazırda” buluyor.

Ağladığında kıyamıyoruz ya da ağlamasına tahammül edemiyoruz; bir an evvel susması için için ne gerekiyorsa, daha doğrusu ne istiyorsa yapıyoruz.

Çok himayeciyiz.

Çantasını bile hazırlıyoruz ki, okulda sıkıntı yaşamasın.

Bir başka “iyiliğimiz” de, hayattan “yalıtmak” oluyor çocuğu.

Eline cep telefonu, tableti verip başka dünyalara “dalmasını” sağlıyoruz.

Böylece hem çocuk “hoş” vakit geçiyor, hem de biz biraz kafa dinliyor, rahat ediyoruz.

Dersleri konusunda da çok hassasız çocuğun.

Akranlarından geride kalmaması, tam rekabet piyasasında yüzümüzü ağartacak notlar alması ve ileride üniversite sınavında “güzel bir yeri tutturması” için elimizden geleni yapıyoruz…

Sonra…

Elimizden gelen bütün “maddî” imkânları sunduğumuz çocuk, mesela 20 yaşına geldiğinde, kendisi için yaptığımız “fedakârlıkların” karşılığını vermeyecek olursa…

Fena halde içerliyoruz!..

Alacağını tahsil edemeyen “tüccar” ruh haline bürünüyoruz.

Çocukluğumuza dönüp, “Bizim zamanımızda elde, avuçta yoktu. Bin zorluk içinde okul okuduk, bir şeyler yaptık. Şimdiler öyle mi ya? Hiçbir şeyin kıymetini bilmiyorlar!” diye şikâyet edip duruyoruz.

x

İnsanoğlu zorlukla karşılaşmayınca, kolaylığın kıymetini bilir mi?

İmkânsız gibi…

Oruç tutmanın en mühim faydalarından biri de, “açlığın ne demek olduğunu” biraz olsun idrak edebilir hale gelmek.

İhtiyarlık gelmeden gençliğin, hastalık gelmeden sıhhatin, fakirlik gelmeden zenginliğin, darlığına düşmeden zamanın, ölüm gelmeden hayatın kıymetini bilemiyor insanoğlu.

Zahmetle rahatlık, rahatlıkta zahmet var.

Bu herkes için olduğu gibi, çocuğumuz için de böyle.

Bir şeylere ulaşmak için mutlaka çaba göstermeli, uğraşmalı, yaşına göre zorluklar çekmeli…

Sabır eğitimi almalı.

Ben, galiba epeyce aldım o eğitimi şükürler olsun.

Dedem epeyce varlıklı olduğu halde, oyuncaklarımı ve her hafta mutlaka okuduğum mecmuayı satın alabilmek için pazarlarda, hastane bahçelerinde soğuk su satmak, paranın kolay kazanılmadığını ve dolayısıyla kolay harcanmaması gerektiğini öğretti bana.

Yaz tatillerinde mobilya döşeme-tamir atölyesinde çalışırken, hayatın zorluğunu bir nebze olsun idrak ettim.

Orada, aileleri çok fakir çıraklar vardı.

Evlerine gittim, yaşadıkları zorlukları gördüm.

Şükrü öğrendim.

Şükrettim.

Yanlarında kaldığım yaşlı merhumelerin ara vermeyen hastalıkları da nimet oldu.

Hastaneleri tanıdım, hasta amcalarla, teyzelerle konuştum.

Vefanın, vefasızlığın ne demek olduğunu oralarda anladım ve biraz da erken büyüdüm.

X

Şimdilerde, üniversite okuyan, hatta üniversite bitiren gençlerin “çocukluktan” sıyrılamadıklarını görüyorum.

Yeni yuvaların yıkılmasının önemli sebeplerinden biri de bu; hayli ilerlemiş yaşlarda evlendikleri halde, çocukluğu atlatamamış çiftler, çocukça mevzular yüzünden birbirlerine girince, işler olmadık yerlere gidiyor.

Bizim zamanımızda, 20 yaşına gelen eni konu büyümüş insan sayılırdı, şimdilerde 30 yaşını aşmış pek çok çocuk var.

Pek çok dediğim, milyonlarca…

En az 10 milyon genç!..

Doğrusu, ne kadar “reform” yapılırsa yapılsın, mevcut eğitim modelinden bir şey beklemiyorum.

Bir memleketin hastanesi neyse, postanesi de odur.

Politikanın, ideolojinin ve ilişki ağlarının “liyakat”in önüne geçtiği her yerde, büyük sıkıntılar meydana gelir.

Ben, “sistem”den fazla bir şey beklemiyorum.

Ne yapacaksak; aklımızı ve kalbimizi kullanarak kendimiz yapacağız, Allah’ın izniyle…

“Çocuklarımızı sağlıklı bir şekilde büyütebilmek” meselesi de, öyle…

“Okula gönderiyoruz, orada öğreniyordur nasılsa?” diye bakmamak gerek.

Hayat okulda öğrenilmez, piyasada öğrenilir.

Marifetmiş gibi, mecburi eğitimin süresi 12 yıla çıkartılınca, milyonlarca vatan evlâdı için hayatın başlangıcı 18 yaş sonrasına, kahir ekseriyeti de “kolayca giriliveren” üniversitelere gittiği için 25 yaş sonrasına öteleniyor.

Gençlerimizin büyük kısmı, neredeyse orta yaştaki “mesleksizler” olarak üniversite kapısından çıkıyor.

O yaştan sonra hayata nasıl tutunacak bir genç?

Bakın nasıl?

Usta tanıdığıma,

“Size, 25 yaşında üniversite mezunu bir genci getirsem ve ‘İki sene boyunca beş kuruş istemiyorum ve hatta üzerine para vereceğim, burada çalışsın, işi öğretin’ desem… O genci, yetiştirebilir misiniz?” diye sordum.

“Yok Kardeşim” dedi;

“O yaştan sonra mümkün değil öğretemem. Lâfa da gelmez, müşteriyi kaçırtır! Daha da kızarsa beni döver!”.

X

Ne yaparsın ki sistem böyle…

Mesleki eğitim mekanizmalar işlemiyor.

Devlet meslek eğitimine dünyanın masrafını yapıyor ama meslek okullarına gidenlerin kahir ekseriyeti yarım yamalak öğrendikleri meslekten başka işlere yöneliyor.

Üniversite öğrencisi sayısı 10 milyona varmış neredeyse, her sekiz buçuk kişiden biri üniversite öğrencisi…

Her yıl 1 milyon küsur bin mezun veriyoruz…

Çoğu mesleksiz, “kamuya kapak atmaktan” başka gayesi olmayan.

X

Bu durumda, çözüm ne?

Bireysel çözüm, teklif edebileceğim.

İşte yaz tatili!..

Ben olsam; çıraklık yaşına gelmiş evlâdımı yaz tatilinde “tanıdık” bir ustanın yanına verirdim.

Üç beş kuruş kazanırsa kazanırdı, harçlık olarak…

Burası mühim değil de…

Hayatı öğrenirdi biraz, şükrü öğrenirdi.

Etrafınıza bakın, tanıdığınız bir usta mutlaka vardır.

Çocuk, iki yaz tatilinde, mesela “berber” yanına takılsa mesela, fena mı?

Yakında berber bulamayacağız, zira.

Usta bugünkünden de kıymetli hale gelecek.

 

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.