Fatih Erbakan: “Esatçı da, İrancı da değiliz! Bizim derdimiz Suriye’nin ve Türkiye’nin bölünüp parçalanmamasıdır!”

Fatih Erbakan: “Esatçı da, İrancı da değiliz! Bizim derdimiz Suriye’nin ve Türkiye’nin bölünüp parçalanmamasıdır!”
Yayınlama: 04.01.2025
A+
A-

Yeniden Refah Partisi lideri Fatih Erbakan, “Endişelerimiz ve temkinli oluşumuz nedeniyle ‘Siz Esatçısınız, siz İrancısınız, Esat kalsın istiyorsunuz’ gibi maksatlı yaftalar ortaya konuldu. Hayır, biz tabii ki Esad’ın çok iyi bir lider olduğunu, çok güzel bir yönetim sergilediğini, hiçbir suçu ve günahı olmadığını ifade etmiyoruz. “Keşke Esad devam etseydi” diye bir söz de asla ve asla ağzımızdan çıkmadı. Bizim tek derdimiz ve endişemiz, Türkiye ve Suriye’nin bölünüp parçalanmamasıdır” dedi.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan partisinin Ocak ayı İl Başkanları Toplantısı öncesinde Türkiye ve dünya gündemine dair açıklamalarda bulundu.

“2024 yılında Yeniden Refah Partisi üye artış şampiyonu oldu”

Yargıtay’ın açıkladığı, siyasi partilerin resmi üye sayıları verisine göre 2024 yılında üye sayısını en fazla artıran partinin Yeniden Refah Partisi olmasına ilişkin konuşan Erbakan, şu ifadelere yer verdi:

“Yeniden Refah Partimiz üye artış şampiyonu oldu. Yeniden Refah Partimiz üye sayısını bir yıl içerisinde, Ocak 2024-Ocak 2025 arasında, 365 binden 622 bine çıkartarak %70’lik bir artış gösterdi ve gerçekten de bir rekor daha kırdı. Aynı şekilde, bir önceki sene olduğu gibi 2024 yılında da Türkiye’nin en hızlı büyüyen partisi olduk. Elhamdülillah! Burada önemli bir ayrıntı daha var: Diğer bütün partilerin üye sayısını artırmış olanların hepsinin toplamından daha fazla sayıda üye artışı sağladık. Bu, milletimizin büyük teveccühünü açık bir şekilde ortaya koyuyor ve aynı zamanda siz değerli teşkilat mensuplarının gayretini, fedakârlığını açıkça gösteriyor. Bu gelişme, Milli Görüş’ün ne kadar büyük bir manevi miras olduğunu ve nasıl büyük bir berekete vesile olduğunu da net bir şekilde ortaya koyuyor. Şimdi hedefimiz, inşallah bir milyon üye hedefine ulaşmak. İktidara da hep birlikte ulaşacağız ve her zaman söylediğimiz gibi bu aziz milletin yüzünü, geçmişte olduğu gibi, bugün de yine Refah’la, yine Milli Görüş ile güldüreceğiz”

“Esatçı değiliz, Türkiye ve Suriye’nin bölünmesini istemiyoruz”

Suriye gündemine dair önemli açıklamalarda bulunan Erbakan, Yeniden Refah Partisine yöneltilen “Esatçı, İrancı” gibi sözlerin birer yaftalama olduğunun ve Türkiye ile Suriye’nin bölünmesine yönelik endişe duyduklarının altını çizerek şu şekilde konuştu:

“Suriye konusu bildiğiniz gibi önemli bir yer tutuyor. Suriye konusuyla ilgili olarak Yeniden Refah Partisi’nin endişeleri olduğunu ve süreci temkinli bir şekilde takip ettiğimizi ifade ettik. Bu endişelerimiz ve temkinli oluşumuz nedeniyle ‘Siz Esatçısınız, siz İrancısınız, Esat kalsın istiyorsunuz’ gibi maksatlı yaftalar ortaya konuldu. Hayır, biz tabii ki Esad’ın çok iyi bir lider olduğunu, çok güzel bir yönetim sergilediğini, hiçbir suçu ve günahı olmadığını ifade etmiyoruz. “Keşke Esad devam etseydi” diye bir söz de asla ve asla ağzımızdan çıkmadı. Bizim tek derdimiz ve endişemiz, Esad sonrasında ortaya gelecek olan tablonun bir kaosa yol açmaması, Türkiye ve Suriye’nin bölünüp parçalanmaması ve Esad döneminden daha beter bir noktaya gelmemesi ile ilgili taşıdığımız endişelerdir. Bununla ilgili olarak da Libya, Yemen, Irak gibi ülkelerdeki örnekleri göz önünde bulunduruyoruz ve bu nedenle endişe yaşıyoruz.

Tabii, Suriye ile ilgili endişelerimizin başında, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, Suriye’nin bölünmek istenmesi geliyor. Suriye 4 parçaya, hatta 5 parçaya bölünmek isteniyor. Suriye’nin kuzeydoğusunda, hatta mümkünse bütün kuzey kısmını da kapsayacak şekilde Akdeniz’e kadar olan kesimde, PYD ve YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu bir terör devleti kurulmak isteniyor. İsrail daha fazla işgal istiyor ve bu işgallerine de daha şimdiden başladı. Orada, Şam merkezli İsrail ve Amerikan işbirlikçisi bir kukla yönetim kurulmak isteniyor.

“YPG’nin ve İsrail’in Suriye topraklarındaki işgali devam ettiği sırada neyin zaferini kutluyoruz?”

Dış güçlerin planlarını ve hedeflerini ifade ediyorum; “böyle olacak” diye söylemiyorum. Bununla beraber, İran’ın Suriye üzerinden Lübnan Hizbullahı’na, dolayısıyla Filistin direnişine olan desteğinin kesilmesi isteniyor ki bu, büyük ölçüde şu anda kesildi. Bütün bu tehlikelere ve endişelerimize rağmen, hükümet kanadı, iktidar kanadı son derece mutlu ve bir zafer tablosu ortaya koymaya çalışıyor. Ancak biz de diyoruz ki: Bu endişelere ve ortada duran bu tehlikelere karşı bir ajandanız, bir planınız, bir eylem planınız var mı? Bir tedbiriniz var mı? Neye göre seviniyorsunuz, neye göre mutlu oluyorsunuz? Terör devleti kurulursa, Suriye dörde ya da beşe bölünürse, orada bir kaos oluşursa, orada işbirlikçi bir yönetim iktidarda olursa ve İsrail şu anda Suriye topraklarındaki bu işgallerini artırarak devam ettirirse, ne yapacağız? Bundan da mutlu olacak mıyız? Bu soruyu soruyoruz. Amerikan askerlerinin, PYD’nin, YPG’nin ve İsrail’in Suriye topraklarındaki bu işgali devam ettiği sırada neyin zaferini kutladığımızı ifade ediyoruz.

Evet, zafer kutlayalım! Ancak, kucaklayıcı ve kapsayıcı yeni bir yönetim kurulursa, demokrasi ve insan hakları hâkim olursa, PYD’nin, YPG’nin, Amerikan askerlerinin ve İsrail’in işgali Suriye’den ortadan kalkarsa, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısı korunursa, o zaman bir zafer kutlayalım. Şu anda, tabiri caizse erkenden bir havaya girilmiş durumda.”

“Suriye dört parçaya bölünüyor”

Suriye’nin bölünme süreci ve terör devleti İsrail’in planları hakkında çok önemli bilgiler veren Erbakan şunları söyledi:

“Tabii, bu şüphelerimizi ve endişelerimizi artıran gelişmeler oluyor. Amerika ve Avrupa medyasında, Türkiye’deki medyaya her ne kadar yansıtılmasa da, bizim 30 seneden beri Milli Görüş olarak söylediğimiz, rahmetli Erbakan hocamızın 30 seneden beri dile getirdiği endişeleri haklı çıkaracak şekilde ve Yeniden Refah Partisi olarak ifade ettiğimiz endişeleri doğrulayan haberler yer alıyor.

Nedir bu haberler? Amerika, İsrail ve Fransa arasında Suriye’nin dörde bölünmesine ilişkin müzakereler yapıldığına dair haberler yayınlanıyor. Örneğin, Suriye’nin batıda Alevi, Şii, Nusayri; kuzeyde Kürt; güneyde İsrail kontrolünde Dürzi bölgesi; Şam’da ise HTŞ’nin kontrolünde bir Sünni bölgesi olmak üzere dört parçaya bölünmesi, HTŞ’nin terör listesinden çıkartılması ve Ahmed eş-Şara’nın kurulacak olan bu Suriye Federasyonu’nun devlet başkanı olması senaryosu açık bir şekilde dile getiriliyor. Bu planın, Büyük Orta Doğu Projesi’nin önemli bir adımı olacağı ifade ediliyor.

Yani kuzeyde “Kürt bölgesi” dedikleri aslında bir terör devleti, batıda Alevi-Şii-Nusayri bölgesi, güneyde İsrail’in tamamen kuklası olan küçük bir Dürzi bölgesi ve aynı zamanda Şam’da HTŞ’nin kontrolünde bir Sünni bölgesi olmak üzere dört tane özerk bölgeye Suriye’nin bölünmesi planları yapılıyor. Bu federasyonun, Büyük Orta Doğu Projesi’nin bir adımı olacağı ifade ediliyor. Tam da bu aşamada, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Büyük Orta Doğu Projesi Eşbaşkanlığı görevini bıraktığını bir an evvel ilan etmesi ve bu senaryoya karşı durması gereklidir.

Bugüne kadar söylediği her sözün doğru çıktığını gördüğümüz merhum Erbakan hocamız, 1992 yılındaki Meclis konuşmasında bugünleri anlatıyor: “Suriye’yi parçalayacaklar, Irak’tan sonra ve bunun arkasından da sıra İran ve Türkiye’ye gelecek” diyor. İşte bu plan şu anda yürümektedir. Buna engel olmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mutlaka Suriye’nin bölünmesine engel olması, üniter yapının ve toprak bütünlüğünün korunmasını sağlaması gerekiyor.

Birtakım siyasi hesaplarla, heva ve heveslerle Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin emperyalist planlarının figüranı olmamalıyız. Masa başında ifsat planları yapıyorlar ve Suriye’nin, Türkiye’nin ve bölge halklarının selametini, saadetini istemiyorlar. Bundan emin olabiliriz.

“İsrail’in ve YPG’nin Suriye’den bir an önce çıkarılması lazım”

“Tabii, muhaliflerin kontrolüne geçen bölgede bundan sonra ne yapılmalı? Üniter yapının ve toprak bütünlüğünün korunması lazım dedik. Ancak, İsrail daha şimdiden işgallerine başladı. Şam’ın 25 kilometre batısına kadar geldi, Golan Tepeleri’ni işgal etti, son derece stratejik su kaynaklarının olduğu yerleri işgal etti. Bu üniter yapı ve toprak bütünlüğü nasıl korunacak? “İsrail ve Amerikan kuklası işbirlikçi bir yönetim olmamalı” diyoruz. Ancak Ahmed eş-Şara açıkça “Bizim İsrail ile ve Amerika ile bir derdimiz yok” derken, bu söylediğimiz hedefe nasıl ulaşacağız? Amerikan askerleri orada askeri varlığına devam ediyor, işgaline devam ediyor, IŞİD’i bahane ederek. İsrail de Suriye’nin bütün stratejik tesislerini ve altyapısını gece gündüz bombardımana tutup yerle bir ediyor. Ama Ahmed eş-Şara bunlarla ilgili herhangi bir tepkide bulunmuyor.

Kapsayıcı, kucaklayıcı; etnik ve mezhepsel bakımdan herkesin temsil ve söz hakkına sahip olduğu bir hükümetin kurulması lazım. Amerikan askerlerinin, PYD ve YPG’nin Suriye topraklarından bir an önce çıkması lazım. Demokrasinin hâkim olması, özgür ve şeffaf seçimlerin yapılması lazım. Bununla ilgili de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gerekli girişimlerde bulunması lazım. Bu hususları ifade ettikten sonra yine diyoruz ki: İnşallah endişelerimizde haksız çıkarız, özgür ve şeffaf seçimler yapılır ve aynı zamanda da tabii ki toprak bütünlüğü ve üniter yapısı korunur.”

Erbakan’dan ‘Öcalan açılımına’ tepki

AK Parti, MHP ve DEM Parti birlikteliğinde sürdürülen ‘Öcalan açılımına’ tepki gösteren Erbakan, muhatabın şehit aileleri ve gaziler olduğunu belirterek, Teröristbaşı Öcalan’ın mecliste konuşturulmasının devleti acziyete düşüreceğini uyarısında bulundu.

DEM Parti’den görüşme talebi geldiğini ve Salı günü TBMM’de 15.30’da DEM Parti heyetini kabul edeceklerini de söyleyen Erbakan şunları kaydetti:

“Gündemin önemli maddelerinden bir diğeri de Bahçeli’nin Öcalan’la ilgili çağrısı ve yeni bir çözüm sürecinin başlatılmasına ilişkin gündemdir. Böyle bir adımın atılması, yani bebek katili Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılıp getirilip Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşturulmasının çok büyük mahsurları vardır. Biz bunu Yeniden Refah Partisi olarak Sayın Bahçeli’nin ilk çağrısını yaptığı günden itibaren ifade ettik.

Birincisi, böyle bir durum bizi aciz düşürür. Devletimizi, ordumuzu, emniyet güçlerimizi… Biz 30-40 sene boyunca tüm kurumlarımızla, ordumuzla, emniyet güçlerimizle, devletimizle, milletimizle terörle mücadele ettik. Ancak, başarılı olamadık ve halen daha bu tehdit devam ediyor. Öyleyse Abdullah Öcalan’a rica edelim, o bizi bu dertten kurtarsın. Yani Abdullah Öcalan’ın bu çağrısına muhtaç kalmışız gibi bir görüntü ortaya çıkacak.

Efendim, “Anneler ağlamasın, kan akmasın” deniliyor. Bunu kim istemez? Biz de Yeniden Refah Partisi olarak, en az herkes kadar kan akmasın istiyoruz. Ancak Abdullah Öcalan’ın bir çağrısıyla PKK’nın silah bırakmasının mümkün olmayacağını ifade ediyoruz. Neden? Çünkü PKK’nın kendi yöneticileri bunu söylüyor. Abdullah Öcalan buna karar veremez diyorlar. İşte çıktılar televizyonlarda, o dönemde en başta gelen elebaşları bu açıklamaları yaptılar.

Yine, Sayın Bahçeli’nin çağrısından hemen iki gün sonra TUSAŞ saldırısı gerçekleşti. Bunların hepsi, silah bırakılmayacağına dair mesajlardır. Bununla beraber, şehitlerimize ve gazilerimize büyük bir saygısızlık yapılmış olur. Abdullah Öcalan’ın “umut hakkından” yararlanıp da serbest kalması veya ev hapsine geçmesiyle ilgili kararı, sadece kanına girmiş olduğu şehitlerimizin aileleri ve gazilerimiz verebilir. Başka kimse böyle bir karar veremez.

40 sene boyunca çocuklar öksüz kaldı, yetim kaldı; anneler dul kaldı, evlat acısı yaşadı. Anneler, babalar gözlerini, kollarını, bacaklarını kaybetti, felç oldu, yatağa bağımlı hale geldi. Neler yaşandı neler! Bu kanına girdiği insanların helalliğini almadan Sayın Devlet Bahçeli, Sayın Erdoğan, biz veya hiç kimse böyle bir kararı veremez. Bu, şehitlerimizin ve gazilerimizin anısına en büyük ihanet olur, en büyük saygısızlık olur.

Diğer taraftan, Abdullah Öcalan diyelim böyle bir çağrı yaptı; hadi diyelim PKK kısmı silah da bıraktı. Peki, asıl tehdit olan PYD ve YPG ne olacak? Orada Amerika ve İsrail tarafından binlerce tır dolusu, 50.000-60.000 tır dolusu mühimmatla, teçhizatla, ağır silahlarla donatılmış bir terör ordusu kuruldu. Aslında 150.000 kişilik bir terör ordusu; PYD ve YPG’den oluşuyor. Sadece tankları ve savaş uçakları yok. Bunun dışında her şeye sahipler; bütün teknolojik donanımlara sahipler. Yıllarca bu PYD’yi, YPG’yi eğittiler, donattılar, silahlandırdılar; milyarlarca dolar harcadılar, yıllar harcadılar.

PYD ve YPG’nin ipi tamamen Amerika’nın elinde. Şimdi Abdullah Öcalan hapisten kurtulmak için bir çağrıda bulunacak ve Amerika ile İsrail’in yıllarca yaptığı bu harcamalar, milyarlarca dolar ve bu kadar emeği bir anda rafa kaldırılacak, PYD ve YPG silah bırakacak? Bu mümkün mü? İpi Amerika ve İsrail’in elinde olan PYD ve YPG’nin böyle bir çağrı ile silah bırakması mümkün değil.

Ve şu anda bizim için asıl tehdit olan da PYD ve YPG’dir. Bu gerçeği de ifade ettikten sonra söyleyeceğimiz diğer husus; bu sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmemesi. Meclisin haberi yok, siyasi partilerin haberi yok, milletin haberi yok. Özellikle devlet tarafından siyasi partilerin ve meclisin bilgilendirilmesi lazım. Evet, Dem Parti bir görüşme trafiği sürdürüyor ama sadece Dem Parti kaynağından gelen haberler yerine devletin de bu konuda bilgi vermesi gerekiyor.

Ve yine her zaman söylediğimiz gibi çözüm sürecine karşı değiliz. Kürt kardeşlerimizin en fazla dertlendiği bir siyasi hareketin temsilcileriyiz. Ancak, bir süreç yürütülecekse bölge halkının meşru temsilcileriyle yürütülsün; terör örgütü ile değil. Bölge halkının sıkıntısı varsa, talepleri varsa, hakları iade edilecekse, bu süreç meşru temsilcilerle yürütülsün. Siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri, aşiret reisleri ve o bölgenin halkıyla birlikte… Ve tabii ki yürütülecek olan bu sürecin kırmızı çizgisi, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ve üniter yapısının korunması olmalıdır.”

“Faiz ekonomisi Türkiye’yi batırıyor”

Konuşmasının devamında Hükümetin ekonomi politikalarını sert bir dille eleştiren Fatih Erbakan şunları söyledi:

“Her zaman ne diyoruz? Borç ve faiz ekonomisi Türkiye’yi batırıyor. Borç-faiz-zam-vergi ekonomisi yerine, üretim, istihdam ve ihracat odaklı bir ekonomiye geçmemiz lazım diyoruz. Bakınız, son 15 ayda millet olarak, devlet olarak ödediğimiz faiz toplamı 235 milyar dolara ulaşmış durumda. Vatandaşın bankalara borcu yüzünden ödediği faizler, şirketlerin özel sektör borçları yüzünden ödediği faizler ve Hazine’nin ödediği faizler son 15 ayda toplam 235 milyar dolar. Eğer faizler bu seviyede devam ederse, 2025 yılında 270 milyar dolar daha ödeyeceğiz.

Bu şekilde devam ederek, iki seneden biraz daha fazla bir zamanda, toplamda devlet ve millet olarak 505 milyar dolara ulaşacağız. 505 milyar dolar ne demek? Türkiye’nin 1.3 trilyon dolar olması planlanan milli gelirinin neredeyse yarısı demektir. Türkiye’nin 85 yılda yapmış olduğu dış borcun ödenebilmesi demektir.

Bakın, bugün bizim özel sektör ve devletle birlikte toplam dış borcumuz 500 milyar dolar seviyesinde. Biz devlet ve millet olarak 27 ayda, bu 505 milyar dolar faizle Türkiye’nin 80-90 senelik tüm dış borcunu ödeyebilecek durumda oluyoruz. Bu, faizin nasıl bir canavar olduğunu göstermesi bakımından çok önemli.

Yine, 27 ayda ödenecek olan bu 505 milyar dolar faizle vatandaşın bütün banka borçları kapatılabiliyor. Çiftçinin, esnafın ve özel sektörün tüm borcu kapatılabiliyor ve üstüne elimizde 100 milyar dolar daha para kalıyor.

Yine, 27 ayda faize giden bu paralarla üretim ekonomisine geçiş sağlanabilir. Faiz böyle bir canavardır. Borç-faiz ekonomisi, işte böyle bir çıkmaz sokaktır. Bu yüzden, Erbakan Hocamız Başbakan olur olmaz, bütçeyi denkleştirdi, havuz sistemini kurdu ve bu faiz belasından kurtulmak için mücadele etti. Biz de Yeniden Refah Partisi olarak her zaman ne diyoruz? Borç, faiz, zam ve vergi ekonomisinden bu ülkeyi kurtaracağız. Üretim, istihdam ve ihracat odaklı, adil bir ekonomik sistemi hâkim kılacağız, inşallah”

“Emeklilerin çalışırken öldüğü bir yıl emekliler yılı olabilir mi?”

Asgari ücret ve emekli maaşları zammına ilişkin açıklama yapan Erbakan, vatandaşın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıları dile getirerek şu şekilde konuştu:

“Sayın Cumhurbaşkanı bildiğiniz gibi 2024 yılını “emekliler yılı” ilan etmişti. Şimdi üzücü verilerle bu yılın aslında emekliler yılı olmadığını ortaya koymak istiyorum. Üzülerek ifade ediyorum ki, 2024’te iş kazalarında ölen neredeyse her üç işçiden biri emekliydi. Böyle bir yıl nasıl emekliler yılı olabilir? Bakınız, 12.500 lira olan en düşük emekli maaşı yüzünden, emeklilerimizin %54’ü hayatlarını idame ettirebilmek için bir işte çalışmak zorunda kalıyor. Türkiye’de 12 milyon emekli var ve bu emeklilerin 6,5 milyonu düşük maaşlar yüzünden çalışmak zorunda kalıyor.

Kayıtsız ve sigortasız şekilde çalışırken bu emeklilerden 512’si iş kazalarında hayatını kaybetti. 2024 yılında iş kazalarında hayatını kaybeden 1.708 kişiden 512’si emekli ya da 50 yaş ve üzeri vatandaşlarımız. Yani, iş kazalarında ölen her üç kişiden biri emekliydi.

Rahmetli olan bu insanlar, düşük emekli maaşları yüzünden ek iş yapmak zorunda kalıp, bu işlerde hayatlarını kaybediyor. Böyle bir yıl nasıl emekliler yılı olabilir? Şimdi 2025 için işçi ve Bağ-Kur emeklilerine %15,75, memur ve memur emeklilerine %11,54 zam yapacaklarını açıkladılar. Bununla birlikte, en düşük Bağ-Kur emeklisi maaşı 14.468 liraya, en düşük memur emeklisi maaşı ise 19.616 liraya çıkacak. Ancak bu rakamlar hâlâ geçim seviyesinin altında kalıyor. Bugün Türkiye’de bir pazar torbası neredeyse 1.000 liraya doluyor. Etin kilosu 600-700 liraya geldi. Bu şartlarda, emeklilerimizin insanca yaşayabilecekleri bir ücret seviyesine getirilmeleri şarttır. En düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesine getirilmesi gerektiğini bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum.

Asgari ücretle ilgili de şunu söylemek gerekiyor: Sayın Cumhurbaşkanı, yasaların kendisine tanıdığı yetkiyle komisyonun belirlediği asgari ücreti daha yüksek bir seviyeye çıkarabilecekken bu yetkisini kullanmadı. Böylece, belirlenen 22.104 liralık asgari ücret, şimdiden açlık sınırının altına düştü. Türk-İş’in yaptığı araştırmalar, açlık sınırının 22-23 bin lira seviyesine geldiğini gösteriyor.

Böyle bir ortamda, asgari ücretliye %30 zam yapıp “enflasyona ezdirmedik” demek, asgari ücretlinin hayalleri ve emeğiyle alay etmektir. 2024 yılında asgari ücretin reel anlamda 5.271 lira kayba uğradığını hesaplıyoruz. Yani, 17.000 liralık asgari ücretin alım gücü bir yıl içinde 11.735 liraya düştü. Bu kaybı dahi karşılamayacak bir zam oranı açıklandı.

Asgari ücretin 35.000 lira olması gerektiğini söylüyoruz. Bunun nedenini de şu şekilde ifade ediyoruz: Bir haneye giren iki asgari ücret, o haneyi en azından yoksulluk sınırına yaklaştırmalıdır. Bunun mümkün olabilmesi için, asgari ücretin en az 35.000 lira olması gerekiyor. Bu borç ve faiz batağından kurtulmanın yolu Milli Görüş’ten geçiyor.”

“31 Mart’ı hazmedemediler, belediyelerden intikam alıyorlar”

Fatih Erbakan, belediyelerin SGK borçları bahane edilerek muhalefetten intikam alınmaya çalışıldığını vurgulayarak şunları kaydetti:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere tüm muhalefet belediyeleri için “silkele” talimatı olmuştu, biliyorsunuz. Bu talimatın üzerine ilgili bakanlar silkelemeye başladılar ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belediyelerin SGK prim borçları tahsil edilmeye başlandı.

Bir defa burada çok sayıda adaletsizlik ve çok sayıda çarpıklık var. SGK’nın toplam alacakları içerisinde, bütün belediyelerden alacağı kısım %10’luk bir kısmı ifade ediyor. SGK’nın toplam 1,3 trilyon lira alacağı var. Bunun sadece %10’u belediyelerin tamamından alacağı kısmı oluşturuyor.

Peki, %90’lık kısmı kimlerden alacak? KİT’lerden alacakları, müteahhitlerden alacakları, özel sektörden alacakları ve iktidarın yanında yer alan şirketlerden alacakları var. Siz, SGK’nın %90’lık alacak kısmıyla ilgilenmiyorsunuz; kalan %10’luk kısmını belediyelerden tahsil etmeye kalkıyorsunuz. Eğer SGK’nın ya da devletin bir paraya ihtiyacı varsa ve bu alacakları tahsil edecekseniz, önce en fazla olan kısmından başlayın veya hepsine aynı anda başlayın.

Ancak siz, KİT’lerden, özel sektörden, müteahhitlerden, yanında şirketlerden alınacak olan kısma dokunmuyorsunuz. Millete hizmet üreten belediyelerden, o da toplam alacağın %10’u kadar olan kısmını tahsil etmeye kalkıyorsunuz. Bu, büyük bir adaletsizlik ve çifte standarttır.

Bununla beraber, diğer bir çarpıklık ise boğazına kadar borca batmış olan AK Partili belediyelerden olan alacaklarınızı tahsil etmemeniz. AK Partili belediyelere ve iştiraklerine herhangi bir haciz işlemi uygulamıyorsunuz. Tamamen muhalefet belediyelerine uyguluyorsunuz.

Diğer bir çarpıklık da şu: 2025 bütçesinde bir trilyon lira vergi muafiyeti koyuyorsunuz. Öbür taraftan belediyelerin SGK’ya olan 100 milyar liralık borcunu tahsil edeceğim diye peşine düşüyorsunuz. Yani, bir trilyon lira vergiden vazgeçiyorsunuz. Madem öyle, bunun %5’i kadar olan bir kısmını illa bu belediyelerden tahsil etmenin manası nedir?

Bütün bunlar, iktidarın 31 Mart seçim sonuçlarını hazmedemediğini ve muhalefet partilerine geçen belediyelerden deyim yerindeyse bir intikam alma peşinde olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Yazıktır, günahtır. Çünkü burada cezalandırılan belediyelerden ziyade halktır. Belediyelerin hizmet yapamaz duruma getirilmesi, elinin kolunun bağlanması, halkın cezalandırılması demektir. Yeniden Refah Partisi olarak, iktidarı bu çifte standartçı ve adaletsiz tutumundan bir an önce dönmeye davet ediyoruz”

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.