Sacit Günbey 28 Şubat sürecini anlattı: “Erbakan hoca direndi, MGK kararlarını imzalamadı”

Sacit Günbey 28 Şubat sürecini anlattı: “Erbakan hoca direndi, MGK kararlarını imzalamadı”
Yayınlama: 28.02.2025
A+
A-

Türkiye siyasi tarihine “postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat süreci, üzerinden yıllar geçmesine rağmen tartışılmaya devam ediyor. Bu dönemde yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler, hükümete yönelik baskılar ve Refah-Yol iktidarının düşürülme süreci, dönemin tanıkları tarafından farklı açılardan değerlendiriliyor.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Vekili ve 54. Hükümet Devlet Bakanı Prof. Dr. Sacit Günbey ile gerçekleştirdiğimiz röportajda, 28 Şubat’ın perde arkasını, Erbakan Hoca’nın direnişini, hükümete yönelik sistematik baskıları ve Türkiye’de siyasetin nasıl şekillendirildiğini konuştuk. Günbey, sürecin sadece o dönemi değil, Türkiye’nin bugünkü yönetim dinamiklerini de etkilediğini belirtiyor.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın tüm baskılara karşı direndiğini ve MGK kararlarını imzalamadığını söyleyen Günbey, sürecin tüm yönlerini anlatarak ortaya koydu.

Milli Nizam Haber Genel Yayın Yönetmenimiz Şerif Varol ve Haber Müdürümüz Miraç Yinanç sordu, Prof. Dr. Sacit Günbey içtenlikle cevapladı…

İşte o dönemin bilinmeyen yönleriyle 28 Şubat sürecine dair açıklamalar:

Soru: 28 Şubat darbesi, sizce kime ya da kimlere ve neden yapıldı?

Sacit Günbey: 1994 yılında Doğru Yol Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi hükümetteydi ve bu hükümetin başbakanı Tansu Çiller, Başbakan Yardımcısı ise CHP Genel başkanı Deniz Baykal’dı. O hükümet, 5 Nisan 1994 tarihinde birtakım ekonomik tedbirler ve kararlar aldı. Bu tedbir ve kararlar ,Türkiye ekonomisinin sıkıştığı noktada, ekonomiyi düzeltmek için alındığı söyleniyordu. Türkiye’nin döviz ihtiyacını karşılayamaması, aşırı derecede borçlanması, borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi gibi sebeplerden dolayı 5 Nisan kararları alındı. Bu kararlar, çok ciddi bir devalüasyonu gerektirdi. Milletin alım gücü düştü, birtakım vergiler artırıldı.

Hükümet yetkilileri, o yıl memur ve memur emeklisine her sene Ocak ve Temmuz ayında yapılan maaş artışını yapamayacaklarını, tarım ürünlerine artış veremeyeceklerini, devletin buna imkânı olmadığını açıkladılar. İlk defa böyle bir durum yaşandı. 1994 yılında Türkiye, %6,2 oranında küçüldü. Büyüme yerine küçülme yaşandı ve bu durum milleti ciddi şekilde fakirleştirdi. Sosyal problemler ortaya çıkmaya başladı, enflasyon %95’lere kadar çıktı.
Yurtiçindeki borçlanmanın faiz oranı %135’lere kadar yükseldi. Hükümet, içeriden ve dışarıdan para bulmak için yüksek faizle borçlanmaya başladı. %15 oranında faizle dışarıdan döviz temin etmeye çalıştı. Milletin alım gücü düştü, zenginlerle fakirler arasında ciddi bir uçurum oluştu. Millet, bu ekonomik sıkışıklıktan, fakirlikten, dar gelirli olmaktan ve ihtiyaçlarını karşılayamamaktan dolayı büyük bir sıkıntı yaşıyordu.

Millette, bu sıkıntıdan mevcut partilerin kendilerini kurtaramayacağına dair bir inanç oluştu. Türkiye ekonomisini Erbakan’dan başka kimsenin düzeltemeyeceği kanaatine varıldı. O günden sonra Türkiye’de Refah Partisi’nin ve Erbakan’ın iktidara geleceği yavaş yavaş hissedilmeye başlandı. Hatta 1995 seçimlerine gelindiğinde bir siyasi partinin genel başkanı, gazetelere de yansıyan şu açıklamayı yaptı: “Refah Partisi’nin yükselişini ve iktidara gelmesini ancak ben önleyebilirim, yeter ki Amerika Birleşik Devletleri yönetimi bana yardım etsin” dedi. Bu cümle çok iç karartıcı bir demeçti.

1995 seçimlerinden önce Türkiye’de birkaç önemli gelişme daha yaşandı. Anavatan Partisi’nin genel başkanı Mesut Yılmaz’dı. Doğru Yol Partisi’nin genel başkanı ise Tansu Çiller’di. Bu iki parti merkez sağın oyunu alabilmek için mücadele ediyorlardı. O dönemde devlet bankalarının ve Telekom’un satışıyla ilgi birtakım yolsuzluklar yapıldığı iddia ediliyordu. Bu iddialar, toplumun sürekli gündemindeydi. Hatta bu konularla ilgili Meclis’e çeşitli gensorular da verildi. Bu gensoruların önemli bir kısmı Refah Partisi vermişti. Özelleştirme süreçlerinin araştırılması için girişimlerde bulunuluyordu. Her iki parti de bu satışlardan çıkar sağladıklarına dair ciddi iddialar vardı.

25 Aralık 1995’te milletvekili seçimi yapıldı. Ben de o seçimde Diyarbakır’dan milletvekili seçildim. Seçim sonucunda Refah Partisi, %21’in üzerinde oy aldı ve 158 milletvekili çıkardı ve birinci parti oldu.

Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisi ise %18’in üzerinde oy aldılar. Refah Partisi, birinci parti olduğu için hükümeti kurması bekleniyordu. Hatta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini Merhum Erbakan’a verdi. O dönemde Anavatan Partisi ile ciddi görüşmeler yapıldı ve hatta mutabakata varıldı. Ancak sivil ve bürokratik yapılar, egemen güçler, basın ve devlet içinde ağırlığı olan kesimler siyasi partilere baskı yaparak “Aman, Refah Partisi ile ortaklık kurulmasın.” düşüncesini empoze ettiler. Refah Partisi’nin hükümete girmemesi için büyük çaba sarf ettiler. Anavatan Partisi ile yapılan hükümet kurma görüşmeleri tam bitme noktasına gelmişken Mesut Yılmaz, bir dini bayram günü çıktı ve “Ben Refah Partisi ile ortaklık yapmaktan vazgeçtim.” dedi. Kendisine “Neden?” diye sorduğunda, omzunu işaret etti. Bu hareket, askerlerin baskısı var şeklinde yorumlandı.

Sonrasında Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin koalisyon yapması sağlandı. Basının, gizli çevrelerin, holdinglerin ve egemen güçlerin etkisiyle bu iki parti, birbirlerine zıt olmalarına rağmen bir araya getirildi. Bu hükümet, “Anayol Hükümeti” olarak adlandırıldı. Ancak bu hükümetin aldığı oy, yeterli seviyede bir çoğunluğu sağlayamadı. Hakiki manada güvenoyu almamıştı. Refah Partisi, bu durumu Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı ve mahkeme, gerçekten de hükümetin güvenoyu almadığına karar verdi. Zaten hükümetin içinde de sürekli kavga yaşanıyordu. Haziran ayında bu hükümet dağıldı ve 28 Haziran’da Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi “Refahyol” adı verilen bir koalisyon hükümeti kurdu.

O seçime kadar Meclis Başkanı teamülen hep birinci partiden seçilirdi. Erbakan Hoca, Meclis Başkanlığı için Aydın Menderes’i aday gösterdi. Refah Partisi’nin gösterdiği aday Meclis Başkanı seçilmesin diye birleştiler ve Mustafa Kalemli’yi meclis başkanı olarak seçtiler. Refah Partisi’nin tek başına başkan seçme gücü yoktu çünkü 158 milletvekili çıkarmıştı.

“Erbakan Hoca Rantı Keserek Hazineyi Doldurdu”

Erbakan Hoca, hükümete geldiğinde çok ciddi bir ekonomik sıkıntı vardı. Hükümetin kaynakları tükenmişti, hazine boşaltılmıştı. Yurtiçi devletin borçlanma faizi %136 seviyesindeydi. Devlet, özel bankalara tahvil satarak borç para alıyor, memur ve işçi maaşlarını ödüyordu. Bir ay sonra tekrar borç alınıyor, faizler birikiyor, hem ana para hem de faiz ödenemez hale geliyordu. Yurt dışından da %15 faizle döviz temin ediliyordu. IMF ile anlaşmalar yapılmıştı ve IMF politikaları, halkı sıkboğaz eden, dar gelirlinin harcamasını kısan bir ekonomik model öngörüyordu.

Ancak Erbakan Hoca, göreve geldiğinde iç ve dış borç almayacağını söyledi ve gerçekten de almadı. Devletin ürettiği ürünlerin fiyatını arttırmadı, yeni vergiler koymadı, hatta bazı vergiler düşürüldü. Yurt içinden ve yurt dışından ülkenin kaynaklarını sömüren rantiyecilerin hortumlarını kesti.

Denk bütçe yaptı ve havuz sistemini kurdu yerli ve milli kaynakları arttırdı hazinenin yeniden dolmasını sağladı.36 milyar dolarlık bir kaynak oluşturdu. Türkiye, ilk defa iç ve dış borç almadan hem borçlarını ödeyebildi hem de vatandaşlarına fazlasıyla kaynak aktardı. Memur maaşlarına %150, işçilere ve asgari ücretlilere %100’den fazla, çiftçiye %300’den fazla, Bağ-Kur emeklilerine %300 ile %1000 arasında zamlar yapıldı. Fakir-fukara fonuyla ihtiyaç sahiplerine yardım edildi. Engellilere destek verildi. Erbakan Hoca, ekonomik ve sosyal çok ciddi tedbirler aldı.

Egemen güçler, Refah Partisi iktidarda başarısız olsun bir daha iktidara gelemesin hevesi içindeydiler. “Nasıl olsa gelmiş, biz de bunların çalışmasını engelleriz, başarısız olurlar ve bir daha gelmezler.” ümidiyle böyle bir beklentiye girmişlerdi. Fakat gördüler ki millet şuurlu, çok bereketli bir dönem yaşanıyor, halkın geliri arttı. Bu ümitlerinin boş olduğunu anladılar.

3 Kasım 1996 tarihinde bir mahalli ara seçimi yapıldı ve bu ara seçimde Refah Partisi, yüzde 21 olan oyunu yüzde 35’e çıkardı. Susurluk olayının olduğu gün seçim yapıldı seçim sonuçları Refah Partisinin başarılı çalışmalarının bir sonucuydu. Tarım ürünlerine ciddi paralar verildi. Tarım ürünlerine kota konulmadı. İhracat arttı ve Türkiye, bir yıl içerisinde Cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekilde yüzde 9,3 oranında büyüdü.Bunu bir yıl önceki -6,2 ile birleştirirseniz ülkemiz yüzde 15,5 büyümüş oldu. Çünkü kaynaklar israf edilmedi, çıkar gruplarına verilmedi, rantiyecilerin soygunları engellendi. Borçlar faizleriyle birlikte ödendi. Huzurlu bir dönem oldu.Bu başarı, çıkar gruplarını ürküttü. “Biz, Erbakan’ın perişan olacağını, bir daha iktidar yüzü göremeyeceğini beklerken, bu adamın bu kadar başarısı bizi şaşırtı” dediler. Şayet Erbakan durduramazlarsa, bir sonraki ilk seçimde tek başımıza iktidar olacağımızdan korktular.

Refah yol hükümeti ilk kurulduğu günlerde Amerikan Büyükelçisi Başbakan Erbakan’dan randevu istedi ve görüştü. Amerikan Büyükelçisi, Başbakan Erbakan’a:

“Sayın Erbakan, biz sizin hükümet olmanızı arzu etmiyorduk, sizinle birlikte çalışmak istemiyorduk. Fakat ne yapalım ki bize rağmen, istemememize rağmen hükümet oldunuz. Madem böyle oldu, biz sizinle çalışmayı düşünürüz. Ama bizim şartlarımız var.” diyerek altı tane şart saydılar.

“Bu şartlara uyarsan birlikte çalışırız. Eğer bunlara uymazsanız, sizinle anlaşamayız; bu ise sizin açınızdan iyi olmaz.” diyerek Erbakan Hoca’yı açıkça tehdit etti. Erbakan Hoca’nın hep söylediği bir şey vardı: “Onlar ne istediyse hep tersini yaptım.” Mesela bunlardan biri, “İran ve Libya ile ticaret yapmayacaksın, ilişki kurmayacaksın.” talebiydi. Erbakan Hoca İran’a gitti, D-8’leri kurdu, İran ile ticareti artırdı. Hatta onlarla ticareti dolar üzerinden değil, kendi paralarımız üzerinden yaptı. Doğalgaz anlaşması yaptı. Refahyol Hükümeti süresini bitirmeden, bu anlaşmanın arkasından boru hatları döşendi ve İran’dan Erzurum’a kadar doğalgaz akmaya başladı. Irak ile doğalgaz anlaşması yapıldı. Irak’ın kuzeyindeki doğalgaz, Türkiye’ye taşınacaktı.

“Çekiç Güçle Mücadele Etti, Gönderdi”

Refah yol hükümeti kurulmadan önce, ABD ile yapılan bir anlaşmayla İncirlik üstünde yerleşmiş Çekiç Güç adıyla bir hava kuvvetleri vardı. Bu çekiç gücün Irak’ta da kara birlikleri vardı.

ABD, Bu güçleriyle Irak’ı bombalıyor ve bölmeye çalışıyordu. Helikopterleriyle PKK’ya da yardımlar taşıyordu. Erbakan Hoca’nın gelir gelmez yaptığı ilk işlerden biri, bu Çekiç Güç ile anlaşmayı iptal etmek oldu. Meclis’ten destek istedi, gizli bir oturumla Meclis’e bilgi vererek “Ben ABD ile yapılan Çekiç Güç anlaşmasını bozacağım, siz de bana destek verin.” dedi. Destek görmemesine rağmen Çekiç Gücü buradan gönderdi. Irak’taki, Amerikan askerleri ve onlara destek veren yerli işbirlikçiler de dağıldı.

Erbakan Hoca, Suriye, Irak ve İran ile sınır ticareti başlattı. Türkiye’deki ticaret erbabı, kamyonunu doldurup götürüp oralarda satabilecek ve gelirken de mazot getirebilecekti. Mazot ticareti halka verilmiş oldu. Adeta Avrupa Ortak Pazarı gibi, Türkiye de bu ülkelerle ortak pazar kurmuş oldu.

IMF geldi, “Sizinle çalışalım.” dedi. Dünya Bankası, “Ekonominizi yönetelim.” dedi. Erbakan Hoca, bunların çaylarını içirip gönderdi, “Size ihtiyacımız yok.” dedi.

Amerika’nın, Türkiye’deki ve bölgedeki sömürü düzeni de zarar görmüş oldu. Havuz sistemi kuruldu, dışarıya bağımlılık azaldı. İçeriden ve dışarıdan artık borç alınmamaya başlandı. Faizli sistem ortadan kaldırılmış oldu, faizler sıfıra düştü. Enflasyon düştü. Amerika bunlardan rahatsız oldu. RP ara seçimlerde yüksek oy alınca, bu güçler “Bizim harekete geçmemiz lazım.” dediler. Amerika Dışişleri Bakanlığı, bölgedeki Büyükelçilerine bir mesaj gönderdi. “Erbakan’ı başarısız kılmak ve iktidardan uzaklaştırılması için ne gerekiyorsa yapın.” diyerek talimat verdi.

Mason teşkilatları da harekete geçirildi. Kasım ayı içerisinde, Türkiye’deki iş adamları, gazete patronları, birtakım bürokratik kişiler, Atina’daki ABD Büyükelçiliği’ne gizli bir toplantıya davet edildi. Bu, Şevket Kazan’ın yazdığı kitaplarda sabittir. Hatta Şevket Bey, “Bunların kim olduğu, o toplantı tarihinde Atina’ya giden kişilerin biletleri kontrol edildiğinde ortaya çıkartılabilir.” dedi ve bunları bildiğini söyledi. Dolayısıyla orada toplantı yapıldı.
Beraber hareket edileceğini, bir kampanya başlatacaklarını, Refah Partisi’ne karşı güvenin ortadan kalkmasını sağlayacaklarını söylediler. Gazeteler sürekli iftiralarla, toplumun moralini bozacak manşetler atıyorlardı.

Sonrasında Amerika’da bir toplantı daha yapıldı. Milli Güvenlik Kurulu’nda şu kararlar alınmalı denildi, 18 madde hazırlandı. Erbakan Hoca, Milli Güvenlik Kurulu’na getirilen bu 18 maddenin daha önce Amerika’da hazırlanmış bir metin olduğunu tespit ettik dedi.

Garip kıyafetler giyinmiş, kendilerini Aczimendiler olarak tanıtan, ellerinde bastonları olan bir grup, Kocatepe Camii’nin avlusunda “şeriat isteriz !” diyerek gösteri yaptılar ve televizyonlar da. bunu yayınladılar. Onlar da derin organizasyonlarla işbirliği içindeydiler.

Her akşam televizyonlarda, bazı başı örtülmüş kadınlar bu Aczimendiler tarafından istismar edildiklerini ağlayarak söylediler. Ayrıca FETÖ’cülerin de hükümete karşı kurulan komplonun içinde olduğunu biliyorduk. Çünkü onların lideri, FETÖ “Erbakan başarısız oldu, bırakıp gitmelidir, askeri idare bunların idaresinden daha iyidir İmam-hatipler kapatılmalıdır” diye demeç verdi.

Süleyman Demirel, “Sayın Erbakan, askerler sizin idarenizden rahatsızlar, bir Milli Güvenlik Kurulu’nda bu irtica faaliyetlerinin artmasını gündeme getirmek istiyorlar, şubat ayında yapılacak Milli Güvenlik Kurulu’nda bunu gündeme getireceğim.” dedi.

28 Şubat’ta Milli Güvenlik Kurulu toplandı. Toplantı 9 saat sürdü. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısı 9 saat sürdü. O kurulda ortağımızın bakanları, Başbakan Yardımcısı Tansu Hanım, İçişleri Bakanı Meral Hanım gibi isimler olmasına rağmen hiçbiri Erbakan Hoca’nın arkasında durmadı, destek vermedi. Erbakan Hoca tek başına, ordunun sözlü saldırılarına maruz kaldı. Orada sözlü mücadelesini yaptı.
Bu toplantıda Erbakan Hoca, abdest almak ve namaz kılmak için zaman zaman ara verdi. Gazeteciler o toplantıda irticanın görüşüleceğini biliyordu. Önceden haberdar edilmişlerdi. Yurt içinden ve yurt dışından gazeteciler toplantı odasının önünde saatlerce beklediler.

İçeride Erbakan Hoca’ya, “Fatih semtinde cübbeli insanlar sokaklarda geziyorlar, Aczimendiler gösteriler yapmaya başladılar. Türkiye elden gidiyor, siz, bunları engellemiyorsunuz.” diye tehditlerde bulundular. Bunların öncülüğünü Milli Güvenlik Kurulu’nda en çok yapan kişi de Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya olduğu söylendi. Erbakan Hoca’yı sıkıştırmaya çalışmışlar.

Kuruldan önce de askeriyenin içinde Batı Çalışma Grubu diye bir yaptı kurdular. Bu grup, bakanlıklardaki ve kamudaki mürtecileri tespit edecek ve temizleyecekti. Bir ihtilal hazırlığında kimler temizlenecek, kimlere idam verilecek, kimler hapse atılacak, hepsi bu çalışma grubu tarafından hazırlandı. Bunların içinde bir propaganda grubu olduğu da sonradan tespit edildi. Bir MİT elemanı bunları tespit edip bilgileri İçişleri Bakanı Meral Hanım’a verdi. Meral Hanım’dan sonra ise Tansu Çiller tarafından Erbakan Hoca’ya ulaştırıldı. Erbakan Hoca, Süleyman Demirel’e bildirdi. Demirel “İlgileneceğim.” dedi ama sonra hiç ilgilenmedi.

Erbakan Direniyor

Erbakan Hoca, MGK’da bu saldırılar karşısında doğru yol partili bakanlardan hiç destek görmedi. “Sizin bu yaptığınız şeyler doğru değil, anayasaya ve demokrasiye aykırıdır. Fatih’te sarıkla dolaşan iki üç kişi bu ülkenin kaderini değiştirecek durumda değiller ve silahlı da değiller.” dedi. Aczimendilerin de 20-30 kişi olduğunu ve muhtemelen biri tarafından organize edildiklerini söyledi. Ayrıca MİT, Erbakan Hoca’mıza ciddi bilgileri de vermiyordu maalesef.

“Madem samimisiniz, bunları önlemek için 18 maddeyi hayata geçireceksiniz, hükümet olarak bunları uygulayacaksınız.” dediler. Erbakan Hoca, bu maddelerin hukuka aykırı olduğunu söyledi. Devletin anayasasına ve sosyal yapımıza aykırı olduğunu belirtti. “Böyle bir şeyi ben imzalamam ve kabul etmem.” dedi.

Toplantı bitti. Erbakan Hoca bunları imzalamadı. Toplantı bitince gazetecilerin sorularına karşılık normal bir toplantı yapıldığını söyledi. “Askerlerle böyle bir tartışma yaşandı, bu değişiklikleri yapmak istiyorlar.” gibi açıklamalar yapmadı. “Milli Güvenlik Kurulu’nda normal gündem maddeleri görüşülmüştür, gayet verimli bir toplantı olmuştur.” dedi ve gazetecilerin beklediği açıklamayı yapmadı.

Soru: Erbakan Hoca’nın terleme fotoğrafının hikayesi neydi peki?

Sacit Günbey: 54 .Erbakan Hükümetin ilan edilmesinden bir gün sonra, Başbakan ve Hükümet üyeleri Anıtkabir’de gitti. Erbakan Hoca’yla. Anıtkabir’i ziyaret ettikten sonra Erbakan Hocamız oradaki deftere yazı yazıyordu.

Erbakan Hoca’mız normalde çok fazla terleyen bir insandı. Kendi bürosunda bile çalışırken, yazarken sürekli terlerdi. O fotoğraf, Milli Güvenlik Kurulu’nda çekilen bir fotoğraf değil. Anıtkabir’de deftere yazı yazarken çekilmişti. Ve yaz ayıydı. Orada, “Sayın Atatürk, senin yaptıklarını bu millet asla unutmayacak.” yazmıştı. O esnada çekilmişti.

Soru: 28 Şubat darbesi sürecinde, merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve yol arkadaşları hakkında ‘darbeye direnmediler, karşı koymadılar’ şeklinde söylemler mevcut. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Sacit Günbey: Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra Erbakan Hoca genellikle bir yemek verirdi. Başbakanlıkta kurul üyelerine yemek verirken Güven Erkaya, “Neden burada rakı yok, alkol yok, ben rakı istiyorum.” diyerek bir saygısızlık yaptı. Orada Erbakan Hoca bulunduğu için rakı yok elbette. Erbakan Hoca bunu duymamazlıktan geldi.

Sonrasında, Erbakan Hoca 18 maddeyi imzalamadan dışarı çıktığı için, İlhan Kılıç Paşa maddeleri aldı, Başbakanlığa getirdi. Erbakan Hoca da çıktıktan sonra, kuruldaki konuşmalar deşifre olunca ve toplumda konuşulmaya başlanınca, “Askerler maalesef hadlerini aştılar. Biz bu işi mecliste çözmeliyiz, bütün siyasi partiler birlikte hareket etmeli ve bunlara karşı durmalı.” dedi.

Mesut Yılmaz, “Sen bu memleketi bu hale getirdin, biz sana destek olmayız, ne halin varsa gör.” diyerek demeç verdi.
Erbakan Hoca, 5 gün sonra 18 maddeyi değil, değiştirilen 2 maddelik bir metni imzaladı. Bu karar metni bende var.
Milli Güvenlik Kurulu’nun gündemini Cumhurbaşkanı belirlerdi. Sadece askerler değil, Süleyman Demirel de o toplantıdaydı. Beraber hukukları olmasına rağmen Erbakan Hoca’mıza destek vermedi.
Erbakan Hoca’nın imzaladığı 2 madde şunları kapsıyordu:

-Milli Güvenlik Kurulu toplanarak gündem maddelerini görüşmüştür ve görüşülen kararların anayasaya uygunluğu tespit edilmek için Bakanlar Kurulu’na gönderilmiştir.

-Erbakan Hoca sadece bu 2 maddeyi imzaladı. O 18 madde sonradan İlhan Kılıç Paşa tarafından gündemdeki maddeler kategorisine ilave edilmiştir. Yani o 18 maddenin altında Erbakan Hoca’mızın imzası yoktur.

Bu 18 maddede, 12 yaşından küçük çocukların Kur’an kursuna gitmesinin yasaklanması, İmam-hatip liselerinin orta kısmının kapatılması, Milli Gençlik Vakfı gibi İslami-milli hassasiyete sahip kuruluşların kapatılması, İmam-hatip lisesi mezunlarının üniversiteye giriş puanlarının hesaplanmasındaki katsayının düşürülmesi, İmam-hatip mezunlarının polis olmasının yasaklanması, ilk ve orta dereceli okulları eğitim sisteminin 4+4+4 uygulamasına geçilmesi, okullarda ve kamuda laikliğe aykırılığın davranışların denetlenmesi gibi maddeler yer alıyordu. Erbakan Hoca, Bakanlar Kurulu’na bunların konuşulduğunu söyleyerek herkesin kendi bakanlığında bunlarla ilgili bir irtica problemi olup olmadığını tetkik etmeleri talimatını verdi.

Sonraki süreçte, “Erbakan gitsin, bıraksın.” diye kampanya başlattılar. Valiler, emniyet müdürleri, rektörler, askeriye beraber hareket ettiler. Başörtülü üniversite öğrencileri okullara alınmamaya başlandı.Böyle zorluklar çıkarmaya başladılar.

Erbakan Hoca’ya istifa etmesi için baskı kurmaya başladılar. Erbakan Hoca istifa etmeyince. Sonrasında Doğru Yol Partisi Milletvekilleri baskı tehdit ve şantajla istifa ettirilmeye başlandı her gün Doğru Yol Parti’sinden bir iki Millet vekili istifa ettiriliyordu Doğru Yol Milletvekillerinin 48 Milletvekilli veya Bakan istifa ettirildi. Hükümetin arkasında güvenoyu sağlayacak kimse kalmasın diye böyle yaptılar.

Bir de “5’li Çete” denilen bir yapı ortaya çıktı: TÜSİAD, TOBB, DİSK, TİSK, TÜRK-İŞ. Atina’ya giden grubun içinde bunların başkanları da vardı. 1994 yılında işçi ve işçi emeklisine hiçbir zam yapılmamasına rağmen bunlar isyan etmediler. Erbakan Hoca, işçiye, emekliye, memura %150-300 aralığında zam yapmasına rağmen Erbakan’dan rahatsız oldular.

Darbe yapılacağı ve hükümetin devrileceği söylentileri oluştu. Tansu Çiller, Erbakan Hoca’nın yanına geldi ve “Ben Cumhurbaşkanıyla da, Genelkurmay Başkanıyla da görüştüm. Ben başbakan olursam benim Başbakanlığıma itiraz etmiyeceklerini, söyledi sizin (Erbakan Hoca’nın) hükümette olmamanız şartıyla. Zaten hükümet protokolüne göre iki yıl benim, iki yıl sizin başbakan olmanız hususunda anlaşmıştık. Eğer aksilik olursa da bir yıl siz, bir yıl biz diye anlaşmıştık. Bana söz verdiler, ben başbakan olursam bu çalkantı duracak. Başbakanlığı bana verirsen koalisyona devam ederim, vermezsen basın toplantısı yapacağım ve hükümetten çekildiğimi açıklayacağım.” dedi.

Erbakan Hoca direniyor, gitmiyor ama Doğru Yol üzerinden baskı yapıyorlar. Erbakan Hoca, Tansu Çiller’e “Ben Demirel’i çok iyi tanırım. Bunlar seni aldatıyorlar. Sana başbakanlığı vermezler.” diyor. Erbakan “Tansu Hanım başbakan olsun, biz de milletvekillerimizle imza toplayalım, bunu Süleyman Demirel’e götürelim ve ‘Biz başbakanlığı bırakıyoruz ama Tansu Hanım’ın başbakan olmasını talep ediyoruz.’ diyelim.” diyor. Ancak sonrasında görevi Tansu Çiller’e vermediler.

Dolayısıyla Erbakan Hoca bu şekilde hükümetten uzaklaştırılmış oldu. 28 Şubat hükümeti dediğimiz hükümet, o 18 maddelik kanunları çıkarmaya başladı. İmam hatip mezunları polis olamadılar. İmam hatip öğrencilerinin puanlarını kırdılar. 12 yaşına kadar kimse Kur’an kursuna gidemeyecek. Biz bunları engellemek için mecliste çok büyük gayretler gösterdik. Erbakan Hoca gider gitmez faizler yükseldi. Bankaların içi boşaltıldı. Havuz sistemini kaldırdılar.

Mesut Yılmaz, Doğan Medya Grubu’nun başkanı Aydın Doğan’ı evinde ziyaret etti. Aydın Doğan, eşofmanla Mesut Yılmaz’ı karşıladı. Devlet tekrar parasız duruma düştü. Bu darbenin bin yıl süreceğini söylediler. Başörtülü öğrencileri okullara almamaya başladılar. Böyle bir ortam oluştu. Fazilet Partisi kapatıldı. Partinin içinden “yenilikçiler” ve “ak saçlılar, gelenekçiler” diye bir kutuplaşma ortaya çıktı. Sonrasında Saadet Partisi kuruldu. Bu yenilikçiler Saadet Partisi’ne katılmadılar, AK Parti’yi kurdular.

Soru: Bugünden bakıldığında, 28 Şubat sürecini hazırlayan dinamikler hâlâ Türkiye siyasetinde etkili mi? Benzer bir süreç yaşanma ihtimali sizce var mı?

Sacit Günbey: Maalesef bütün İslam dünyasında yönetimlerin değişmesinde Siyonizm çok etkilidir. Amerika çok etkilidir. Her ne kadar değişimler olsa da hâlâ Türkiye’de birtakım egemen güçler var. Hâlâ kendisini bu memleketin öz sahibi zanneden kuruluşlar vardır. Bunlar değiştirilmeli. Fulbright sistemi değişmeli.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.