Serdar Arseven ile Gündem: Aile, Sadece Aile…

Serdar Arseven ile Gündem: Aile, Sadece Aile…
Yayınlama: 20.01.2025
A+
A-

Türkiye’nin gündemi, Türkiye’yi seven herkesin avucunda bir kor gibi. Türkiye’nin kendisi yüreklerimizi ısıtıyor ama gündemi ise yakıyor. Meslek büyüğüm ve usta gazeteci sayın Serdar Arseven ile Türkiye’nin gündemine ilişkin konuşmaya, dertleşmeye devam ediyoruz. Ben soruyorum, Serdar Arseven Ağabey içtenlikle cevaplıyor. Sözü fazla yormadan soru-cevaplarımıza geçelim… Bugünkü konumuz, sadece aile:

Miraç Yinanç: Sayın Serdar Arseven, geçen hafta, Aile Yılı ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın vereceği “müjdeler” bahsiyle başlamıştık. “Müjdeleri” verdi, Sayın Cumhurbaşkanı… Ne diyorsunuz?

Serdar Arseven: Evet, Miraç Bey, müjdeleri verdi Sayın Cumhurbaşkanı, En önemlisi, 150 bin liralık iki yıl geri ödemesiz, faizsiz para desteği. Yetmez, ama evet! Sayın Cumhurbaşkanı müjdeleri vermeden önce de, Aile’yi hedef alan sistematik saldırılardan, sapkın akımlardan, nüfusumuzun artmaması, toplumun yaşlanması için
yürütülen kampanyalardan bahsetti. Bunların hepsi doğru da, binlerce kez söylediğim ve yazdığım gibi,
bunlara karşı hangi tedbirler alınıyor sorusu da gündemde. Sapkın akımlar var, bunların sözde sivil toplum örgütleri var, bunlar kapatılabilir mi? Kapatılabilirse, gereği yapılabilir. Aile’yi hedef alan, her türlü rezilliğin sergilendiği nice program var… Bunlara karşı ne yapılıyor? Ne kadar yerli ve milli oldukları tartışmalı kanunlar var, Yeni Akit gazetesinin manşetinde, ‘Devşirme Kanunlar” olarak nitelendirilen kanunlar… Süresiz Nafaka uygulaması, eski ve yeni adalet bakanlarının, yeni aile bakanının defalarca kaldırılacağını söylemelerine rağmen niçin devam ettiriliyor?

Kadın istihdamını arttırmak, kadın istihdamını arttırmak, kadın istihdamını arttırmak.. Söylenen bu. 6284 Sayılı Kanun kimilerinin kırmızı çizgisi? Bu kanunu CHP de çok savunuyor mesela. Dem de savunuyor olduğu gibi.

Miraç Yinanç: Sizce neler yapılmalı?

Serdar Arseven: Şu süresiz nafaka kaldırılmalı, öncelikle. Böyle bir düzenleme olmaz. 6284 Sayılı Kanun da, istismara, iftiraya o kadar açık ki… Fiziki şiddet tamam, psikolojik şiddet ne, ekonomik şiddet ne, şiddet ihtimali ne? İstanbul Sözleşmesi’nin uzantısı, haksız, hukuksuz, ayrıştırıcı 6284 sayılı Kanunda, iftira yollarını tıkayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Birisi, kocasına ya da karısına, ‘Bana şiddet uyguluyor?” diye iftira atsa, evden uzaklaştırma kararı alsa ve sonra da dediklerinin iftira olduğu ortaya çıksa, ne kadar ceza alır ki? Bir kişiye iftira atıyorsunuz, onu çocuklarına karşı, topluma karşı karalıyorsunuz, işini gücünü bozuyorsunuz… Ve bir gün denilenlerin iftira oldukları ortaya çıkıyor. Bunun karşılığı ne? Aşağı yukarı hiç! Benim kırmızı çizgilerim belli: Çocuğa, erkeğe, kadına, hayvana, tabiata şiddete hayır. İftiraya da hayır!

Miraç Yinanç: Aile çöküyor, boşanmalar artıyor, evlenmeler azalıyor, doğurganlık hızı sizin tabirinizle çakılmış durumda… Bunlar sadece Türkiye’nin problemleri mi?

Serdar Arseven: Bazıları bu durumu küreselleşmenin tabii sonucu olarak görüyor. Bu yorum, teslimiyet yorumudur. Bu bir yana, Eski Aile Bakanı, ‘Kıta Avrupası’ndan bile 4-5 kat hızla yaşlanıyoruz!’ demişti. Bu küreselleşmenin tabii sonucu ise, biz Kıta Avrupası’ndan bile hızlı mı yaşlanıyor oluruz? Hayır, bizde çöküş çok hızlandı. Bu gidişe dur demek gerek. Sayın Cumhurbaşkanı bu durumu ‘Varoluşsal Tehdit!’ olarak nitelendiriyor. Çok doğru da, bunun çözümü kadın istihdamını arttırmak mı?

Miraç Yinanç: Çözüm?

Serdar Arseven: Paradigma değişimi lâzım, bakış açısı değişimi lâzım. Mecburi eğitimi 12 yıla çıkartmışız. Bir de üstüne üniversite, bir de yüksek lisans, genç iş bulacak, ustalaşacak filan… Yaş 35! Olmaz bu! Meslek eğitimi yerlerde. Piyasada usta yok, kalfa yok! Evlenmeler geciktiriliyor. Sonra kadının ille de çalışması gerektiği propagandası yapılıyor. Kadın çalışabilir ama çalışmak zorunda değildir. Ev hanımlığı da saygındır. Devletimiz, ev hanımlarına emeklilik yolunu açmalıdır.Süresiz nafaka kaldırılmalıdır. 6284 sayılı kanunun kadını da, aileyi de korumadığı net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Televizyonlardaki ifsat edici, ahlak yıkıcı yayınlara da müdahale edilmelidir. Bunları hep söylüyoruz ama, nedense, karşılık bulmuyor.

Miraç Yinanç: Siz kadınların bir işte maaş karşılığı çalışmasına karşı mısınız? Son zamanlarda böyle paylaşımlarınız var…

Serdar Arseven: Hayır, karşı değilim. Kadın çalışabilir ama, çalışmaya zorlanmamalıdır. Hiç bir kadın, eve para getirmeye zorlanmamalıdır. İşte psikolojik şiddet, bu zorlamadır.

Miraç Yinanç: Nasıl psikolojik şiddet?

Serdar Arseven: İnancımıza göre, bir kadının eve para getirmek, ev için harcamak gibi bir mükellefiyeti yoktur. Erkek evinin geçimini temin edecektir. Siz kadını, erkeğe eşit yapıp, hayat müşterektir diye, sırtına yükler yüklerseniz, bu olmaz. Kadın kazandığı parayı, ev için harcamak zorunda da değildir. İsterse harcar, istemezse harcamaz. Şimdilerde, birçok yerde, kadın ille de çalışmalı, eve para getirmeli baskısı yapılıyor.

Bazı alanlarda kadın istihdamı zaruret gibidir. Bebek bakıcılığı için elbette kadın tercih edilir. Bazı alanlar böyledir. Ama, şimdi, düşünün, bizim memlekette, bir Bakan, Avrupa Birliği ile ortak projenin lansmanını yapıyor. Proje, Kadın Tır Şoförü Sayısını Arttırma Projesi. İş buraya kadar geldi yani.

Miraç Yinanç: Siz, çocuklukta anneden bababan mahrum kalmışsınız, böyle bir yazınızı okumuştum.

Serdar Arseven: Ben bebekken, Annem ile Merhum Babam, beni getirip, Türkiye’de bir yuvaya atmışlar. Annem Babam o zamanlar Almanya’da, ben çok gelmişim herhalde. Buradaki yuvada çok işkence görmüşüm. Neyse, sonra, işte orada burada büyümüşüm. Ben, çocukken Annem ile Babam boşanmışlardı. Böyle şeyler yaşadım. Benim derdim değil mesele tabii. Mesele, aile meselesi. Bir bebek, bir çocuk mümkün olduğunca anne babası ile birlikte olmalı. Şimdilerde, neredeyse bütün anneler çalışıyor bundan dolayı da, bebeklikler, ne kadar kolaylık sağlanırsa sağlansın, anne sevgisinden mahrum geçiyor. Bu durum da çok tehlikeli bir durum. Anne, baba sevgisini, güvenini zamanında yeterince alamayan bireyler ilerleyen yıllarında sorunlu bireyler oluyorlar genellikle. Bu mesele çok
önemli, çok.

Miraç Yinanç: Müsaadinizle, bu konudaki son yazınızı, MİLAT’tan buraya alacağım, Çok dikkat çekici bir yazı.

Serdar Arseven: Güzel olur bu.

Miraç Yinanç: Eyvallah. İşte Sayın Serdar Arseven’in “Kadın
İstihdamı”na dair o yazısı:

HER KADIN İLLE DE ÇALIŞMALI, ÖYLE Mİ?

Kadın istihdamı oranı arttıkça, nüfus artış oranı düşer.
Bu dünyanın her yerinde böyledir.
Malûm Aile Yılı’ndayız.
Devlet’in Zirvesi’nden sokaktaki vatandaşa kadar herkes, nüfus artış
hızının dibe çakılmasından şikâyet ediyor.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın isabetle ifade ettikleri üzere, “varoluşsal
tehdit” bu.
Bir başka ifadeyle, “yokoluşsal” tehdit!
Beka meselesi…
“Nüfus” tehlikede olursa “nüfuz” da tehlikede olur, yine Sayın
Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle.
Memleketimizin etkinliği azalır yani.
İddialarımızın önemli bir bölümünü kaybederiz.
Mesele, nüfusun niteliği meselesi…
Nüfus artış hızı, bizdeki gibi dibe çakıldığında, memleket hızla yaşlanır.
Memleket iyice yaşlanırsa da…
Ülke savunmasından, sosyal güvenlik alanına kadar…
Allah muhafaza…
Gör başına neler gelir!
Doğurganlık, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “varoluşsal” yani
“yokoluşsal” tehdit oluşturacak kadar dibe vursa da…
Bu sıkıntılı ortamda dünyaya gelmelerine vesile olunan çocuklarımızın
çoğu, kreşlere gönderilecek mecburen.
Bir, iki, üç…
Artık kaç çocuk yapılıyorsa, hepsi “yuva-kreş” denilen yerlerde
büyüyecek…
Ya da, evlerdeki bakıcı karşılayacak “anne” ihtiyacını.
Ben, anne-baba sevgi ve şefkatinden mahrum bir şekilde büyümemin
acısını, bugün bile hissediyorum yüreğimde.
Her mutlu çocuğa, hayatına imrenerek, hatta iyice çocuklaştığımda
“kıskanarak” bakıyorum.
Etrafım biraz geçimsiz ve huysuz olduğumu söyler.

Haklılar, arıza kaldı işte geçmişten.
Rabbim korudu, kötü yollara düşmedim, “normal şartlarda” kuvvetle
muhtemel düşebilirdim.
AİLE konusuna büyük hassasiyet göstermemde, yaşadıklarımın,
yaşayamadıklarımın etkisi büyüktür herhalde.
İnsanın neresi ağrırsa canı orada olurmuş.
Bir milyon “kadın” bakıcı, bir annenin evlâda verdiği “sevgi ve şefkat”
duygusunun milyonda birini veremez.
Bir milyon “erkek” personel, bir babanın evlâdına verdiği “kendini
güvende hissetme” duygusunun milyonda birini veremez.
İnsanın, küçük yaşta anne ya da babasını, her ikisini kaybetmesi çok acı
verici durumlardır. Anne ve babası hayatta iken onlardan mahrum
yaşamak, yaşatılmak da öyledir.
Şimdilerde, huzur(!)evleri ve kreş sayısı arttırılıyor…
Çalışan kadınlara “doğum yapmalarını teşvik” için ilâve güzellikler
devreye alınıyor
Bakalım, kadın istihdam oranının hızla arttırıldığı, bunun hedef olarak
konulduğu bir ortamda, nüfus işleri nereye varacak?
Birileri diyor ki…
Her kadın ille de çalışmalı!
Her kadın istihdama katkı sağlamalı!
Her kadın ille de eve para getirmeli!
Kadın hem bir işte çalışmalı; mesela sabahın 7’sinde yollara dökülüp,
akşam saat 7’de, 8’de evine ulaşmalı.
Dönüş yolunda bebeği, çocuğu “yuva” (!)dan almalı ya da evdeki
“bakıcı”dan devralmalı!
Biraz sevmeli.
Sonra, Allah ne verdiyse, yemek hazırlamalı.
Bebeği ya da çocuğu uyutmalı.
Yorgun argın halde…
Yorgun argın kocasıyla birlikte, televizyonun karşısına geçmeli.
Gözler gitmeli, uykuya dalınmalı.
Sabahın 6’sında işlere gitmek için hazırlanmaya başlanmalı.
Yine işe gidilmeli…
Akşam yine eve gelinmeli.
Hafta sonları da, ev temizlenmeli…
Ya da “temizlikçi” tutulmalı!

Böyle hayatlar, hemen herkes için…
Hemen her aile için…
Kimi zaman mecburen mecburiyetten, kimi zaman kariyer yapma
isteğinden.
Şimdiki erkeklerin büyük bir bölümü, “hayat müşterektir” gerçeğini,
“Kadın da eve para getirmeli, geçime katkıda bulunmalıdır!” olarak
alıyor ve kadına bu sorumluğu yüklüyor.
Evet hayat müşterektir ama, kadının evinin geçimini üstlenmek, eve para
getirmek gibi bir mecburiyeti var mıdır?
“Abi öyle diyorsun ama, bu devirde iki maaş bir araya gelmezse
geçim nasıl olacak? Evlenirken bunu da hesaba katmayayım mı?”
Al sana bir açmaz!
“Peki kardeşim, bebekler ne olacak?”
“Abi, zaten olsa olsa bir bebek, bilemedim iki!”
“Üç olmaz mı?”
“Nasıl olsun abi?”
Doğru ya, nasıl olsun?!
Sırf geçinemem diye, karısından “para katkısı” bekleyen birçok arkadaş
biliyorum.
Hepsi de, “Abi, hanımın aldığı bakıcıya, iş gereği yapılan giyecek
masraflarına ve diğer masraflara gidiyor! Hatta her ikimiz de
çalıştığımız için normalde yapmayacağımız başka masrafları da
yapıyoruz!” demekte.
Olsun, maksat istihdam olsun.
Kadın istihdam oranı artsın.
Şimdilerde, deniyor ki, yani eskiden de denirdi ama şimdi çok daha fazla
deniyor ki:
“Erkeklere güven olmaz! Kadın bir işte çalışmasın da erkeğinin
eline mi baksın? Ya yarın öbürgün (afedersiniz) tekmeyi vuru
verirse?”
Eyvahlar olsun!
Yuvalara daha kurulmadan “güvensizlik” kurdu düşürülüyor.
Güven yoksa, yuva da yoktur.
Boşanmak da her an gündemdedir!
E, tamam…
Güven yok.

Kadının çalışması bir tedbir, erkeğin muhtemel “keleklerine” karşı bir
tedbir!
Erkek kadının, kadın da erkeğin “yurdu” değil de, “kurdu” mu yâni!
Ben bunları söyledikten sonra, “Evde çocuklarına bakan, onları güzel
güzel büyütmeye, terbiyelerini vermeye çalışan ev hanımlarının
teşvik edilmesi gerektiğini”, mesela evlilikte belli süreyi aşmış olan
“anne”lerin, “isteğe bağlı” sigorta primlerinin tamamının karşılanması
gerektiğini söylediğim zaman, dudak bükülüyor.
Daha çok da ikide bir “evlilik karşıtı” eylemler yapan, söylemlerde
bulunan “feministler” dudak büküyor…
Mesele “çalışma” meselesiyse, bu memlekete güzel evlatlar yetiştirmek
için mücadele veren ev hanımlarından fazla çalışan yoktur herhalde.
Bir yerde, birilerinin emrinde “maaş” karşılığı çalışan da, ev
hanımefendiliğini tercih eden de saygındır.
Kadın eve para getirmek mecburiyetinde değildir, buna mecbur
edilmemelidir, edilmeyeceği şartlar hazırlanmalıdır!
Bununla birlikte, her kadın ve her erkek, meslek sahibi olmalıdır.
Benim büyüklerim, ninelerim, dedelerim mutlaka bir mesleğin
ustasıydılar.
Aile büyüğüm kadınların, o hanımefendilerin çoğu, dikiş, nakış, örgü
işlerinde çok ustaydı.
Rahmeti Büyükannem, herkesi hayran bırakacak ölçüde güzel yemek
yapardı; “Batı ve doğu mutfaklarını” çok iyi bilir, muhteşem eserlere
imza atardı.
Rahmetli Büyük Halam, hem dikiş-nakış işlerini çok iyi bilir, hem de çok
güzel şiirler yazardı, müthiş tabiat resimleri çizerdi.
Çok zarif süs eşyaları yapabilen, seramik işlerinde usta olan
hanımefendiler tanırım.
Köylerdeki pek çok ev hanımefendisinin de, birer “usta” olduklarını
bilirim.
Onlar birer ev hanımıdır; evi de, köyü de, bahçeyi de çeviren onlardır.
Sabah altı, akşam yedi, ha bire koşturan…
Otobüslerde, minibüslerde “ayakta kalma, kendilerini koruma
mücadelesi” veren hanımefendilerin çoğundan da sağlıklı olduklarını
bilirim.
İnsan, evinde huzurluysa, bebeklerini sağlıklı bir şekilde büyütmenin ruh
huzurunu yaşıyorsa, çok daha üretken, çok daha sağlıklı oluyor.

Ben, bir hanımefendinin, maaş karşılığı bir işte çalışmasa da bir
“mesleğin” ustası olmasından yanayım.
İlle de eve para getirmeye mecbur edilmesine de karşıyım.
“Çalışmasına” değil, çalışmaya, eve para getirmeye mecbur edilmesine
karşıyım!
Kimsenin kimseye tepeden bakmaya hakkı yoktur!
Kadının belli alanlarda çalışması normaldir, gereklidir amma velâkin her
kadın ille de bir yerde “ücret mukabili” çalışmalı diye bir yönlendirme
ya da baskı da olmamalıdır.
Hiçbir kadın eve para getirmeye mecbur edilmemelidir, teşvik de
edilmemelidir!
Kadın ister bir işte çalışır, ister evde durmayı tercih eder.
Bir kadını eve para getirmeye mecbur etmek, “psikolojik şiddet”tir!
Ve üstelik..
Hani…
Nüfus artış hızındaki çakılmadan şikâyet ediyor ve bu durumun ne kadar
“tehlikeli” bir durum olduğunun altını çiziyoruz ya hep birlikte…
Öyleyse…
Yazıyı, başladığım gibi bitireyim:
Bir işte ücret karşılığı ç alışan kadınların oranı yani kadın istihdam
oranı arttıkça, nüfus artış oranı da haliyle düşmektedir.
Bu dünyanın her yerinde böyledir!

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.