Türkiye’nin gündemi, Türkiye’yi seven herkesin avucunda bir kor gibi. Türkiye’nin kendisi yüreklerimizi ısıtıyor ama gündemi ise yakıyor. Meslek büyüğüm ve usta gazeteci sayın Serdar Arseven ile Türkiye’nin gündemine ilişkin konuştuk, dertleştik. Ben sordum, Serdar ağabey içtenlikle cevapladı. Bundan sonra, mümkün olduğunda her hafta gündemi değerlendirme sözünü de aldık kendisinden. Sözü fazla yormadan soru-cevaplarımıza geçelim…
Miraç Yinanç: Sayın Serdar Arseven, millinizam.com’a katkılarınız için teşekkürler. Vaktiniz müsait olursa gündem değerlendirmesi için sizi konuk etmek istiyoruz.
Serdar Arseven: Teşekkürler Miraç Yinanç meslektaşım. Bizim de yoğunluğumuz oluyor, malum. Ama mümkün mertebe görüşlerimizi ifade ederiz. Millinizam.com’daki editör arkadaşlar bizim tecrübelerimizden faydalanmak istediklerini söylediler. Zaman zaman onlarla “haber yazımı” konusunda görüş alışverişinde bulunduk, kendilerine “danışmanlık” yaptık. Genel Yayın Yönetmeniniz Sayın Şerif Varol’un da, gündem değerlendirmelerimizin sürekliliği konusunda bir talebi oldu. Kısmetse, başlayalım. Yoğunluktan dolayı aksamalar olabilir bunu peşinen söyleyeyim.
Miraç Yinanç: Eyvallah. O halde bu hafta gündemde bir mesele var. 2025 aile yılı ilan edildi. Ne düşünüyorsunuz?
Serdar Arseven: Evet, 2024 de emekliler yılı ilan edilmişti. Gerçekten emekliler olarak geçen yıl çok mesut ve bahtiyar olduk. Ve biraz da ihtiyar olduk. Lâtife bir yana, hayırlı olsun diyelim 2025 Aile Yılı.
Miraç Yinanç: Aile yılından neler bekliyorsunuz?
Serdar Arseven: Tabii, yöneticilerimiz ailenin çöküşünden sık sık şikayet ediyorlar. Evlenmelerin azaldığından, evlenme yaşının geciktiğinden, nüfusun hızla yaşlandığından şikayet ediyorlar. Ben de şikayet ediyorum. Bizim mahalledeki yoğurtçu da şikayet ediyor. Akrabalar da şikayet ediyor. Herkes şikayetçi. Ama yönetenlerin şikayetin ötesine geçerek çözüm üretmesi gerekiyor.
Miraç Yinanç: Bu gidiş iyiye gidiş değil, yazılarınızda sık sık altını çizdiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanı da, “varoluşsal tehdit” olarak nitelendiriyor durumu.
Serdar Arseven: Bir kere bazıları bu durumu küreselleşmenin tabii sonucu olarak görüyor. Bu yorum, teslimiyet yorumudur. Küreselleşmenin dayattıklarını biz karşı konulmaz veriler olarak alacaksak, o zaman hiçbir şey yapmayalım; sırt üstü yatarak, başımıza gelecekleri bekleyelim! Ama bir yandan da şunu göz önünde bulunduralım: Benim Manevi Vatan olarak nitelendirdiğim değerler manzumesini yitirirsek, Allah korusun memleketimizi de yitiririz. Manevi Vatan elden giderse, maddi vatan da elden gider. Bunu akılları başlarından gitmemişlerin tamamı kabul ediyor ama başta medyamızdaki aydın denilenler olmak üzere, kanaat önderi niteliğindeki kişiler bu konuya pek girmiyor. Herhalde feministlerin hışmını çekmekten korkuyorlar.
Miraç Yinanç: Meselenin çözümü nedir?
Serdar Arseven: Çok yönlü bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Çözüm için birkaç teklifimi sıralayayım.
Birincisi; mecburi eğitimin 12 sene olması çok olumsuz bir durum. Bizim zamanımızda 5 yıldı, sonra, 28 Şubat sürecinde kesintisiz sekiz yıla çıkartıldı, daha sonra bu iktidar döneminde de, kesintili olarak 12 yıla çıkartıldı. Mecburi eğitim en fazla 6 sene olmalı.
Çocuklar kabiliyetlerine göre, isteklerine göre bir alana yönlendirilmeli. Yoksa 18 yaşın bitimi, bir mesleğe yönelmek için çok geç bir yaş. Katsayı adaletsizliği giderildi ama meslek eğitimi neredeyse yok. Bunu ben demiyorum, Milli Eğitim kaynakları diyor. Meslek eğitimi görenlerin yüzde 80’i, eğitimini gördükleri alana devam etmiyor ve başka alanlara yöneliyor. Bu durum resmi raporlara yansıyor. Böyle olunca piyasada usta ve kalfa sıkıntısı çekiliyor. İş arayan mesleksizlerle eleman arayan müteşebbisler devamlı olarak bu durumdan şikayet ediyor.
Siz, aynı sınıflarda okumak isteyenlerle, istemeyenleri yan yana tutuyorsunuz. Okumak istemeyenler, 12 yıl boyunca zorla okula gönderilenler, okumak için gelenlerin huzurunu bozuyor, hocaların huzurunu bozuyor. Eğitim verimsiz hale geliyor.
İkincisi; her mecburi eğitim mezununun ille de üniversiteye gitmesi gibi bir zımni mecburiyete son verilmeli. Bu algı değişmeli. Herkesin illa bir üniversiteye gitmesi gerekmiyor. Üniversite kariyer açısından önemli ama, herkes için değil. Tek tipçilik iyi bir şey değil. Her yere üniversite açmak marifet değil. Bu on iki yıl meselesi yeniden değerlendirilmeli ve üniversiteleşme fetişinden vaz geçilmeli.
Üçüncüsü; ev hanımlığının öneminin altı çizilmeli. Evde çocuklarını büyütmek isteyen ev hanımefendilerine avantaj sağlanmalı. “En az üç çocuk” demekle olmaz. Çok çocuk teşvik edilmeli. Sosyal devlet bu konuda daha büyük adımlar atmalı.
Süresiz nafaka kaldırılmalı. Belli ve kısa bir müddet nafaka olabilir, olmalı. Bu işin çözümü tazminatla olabilir. Ekonomik bakımdan desteğe muhtaç olan tarafa nafaka ödeyecek taraf bir bedel ödeyebilir. Adam ya da kadın borcunu bilir ama ömür boyu nafaka olmaz. Süresiz nafaka uygulaması pek çok genci evlilikten uzaklaştırıyor. Bir de bu boşanma için mahkemeye başvurmadan evvel arabuluculuk müessesesine başvurmak zorunlu hale getirilmeli.
6284 Sayılı Kanun’’un kadını da, aileyi de korumadığı net bir şekilde ortaya çıktı. Kanunda fiziki şiddetin yanında psikolojik şiddet, ekonomik şiddet gibi muğlak ifadeler de yer alıyor. Hatta şiddet ihtimalinden de bahsediliyor. Ortadaki haliyle 6284 kötüye kullanmaya çok açık boşluklar ihtiva ediyor. Hem kadını, hem erkeği, hem çocuğu koruyacak ve mümkün olduğunca istismarları da engelleyecek düzenlemelere gidilmeli.
Televizyonlardaki ifsat edici, ahlak yıkıcı yayınlara da müdahale edilmelidir. Arabuluculuk müessesesi mecburi hale getirilmeli, boşanma noktasına gelmiş çiftler için, mahkemeye başvurmadan önce, arabulucuya başvurmak mecburi hale getirilmeli.
Özetle bunlar.
“Gelir-nimet-külfet adaletsizliği tepkilere yol açıyor”
Miraç Yinanç: Gerek emeklilere, gerek asgari ücrete, gerekse memurlara uygulanan maaş artışlarının düşüklüğü tepkilere yol açtı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Serdar Arseven: Miktarlar tartışılır. Ama şu tartışılmaz ki Türkiye’de büyük bir gelir adaletsizliği var. Merhum Necip Fazıl Üstad’ın ifade ettiği “Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul” adaletsizliği pek çok yerde görülüyor. Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar, malum. Vatandaş elbette fedakarlık yapar, elbette sabır gösterir. Ama yüzeysel bir bakışla bile rahatlıkla görülen gelir-nimet-külfet adaletsizliği tepkilere yol açıyor. Burada temel mesele, maaş artışının az ya da çok olmasından ziyade, biri yer biri bakar uygulamasının olması. Yoksa nimet-külfet adaleti sağlanmış olsa, vatandaş elbette fedakârlık yapar. Bu millet, 15 Temmuz gecesi tankların altına yatan bir millet.
Miraç Yinanç: Sayın Cumhurbaşkanı fırsatçıları boykota davet etti vatandaşı. Ne düşünüyorsunuz?
Serdar Arseven: Boykot bilinci güzeldir. Elbette fırsatçılara boykot uygulanmalı. Bununla birlikte meseleye geniş açıdan baktığımızda, pahalılığın sadece bir yerde değil, her yerde olduğunu görüyoruz. Mesela bu röportajı yaptığımız Ankara’da boy boy binalar dikiliyor. Sorduğunuzda dairelerin en düşük fiyatlısı 10 milyon. 15-20 milyona doğru, yukarı doğru çıkıyor. Ve bu binalar satılıyor. O müteahhitler fırsatçı mı? O müteahhitlere bu şikayeti dile getirdiğinizde ‘ama efendim arsa, işçi, malzeme maliyetleri çok yüksek. Doğru düzgün meslek erbabı da bulamıyoruz. Bunun vergisi şunu bunu var. E biraz da ticaret gereği kar etmesi var. Bu fiyatların altında veremiyoruz’ diyorlar. Bu müteahhitlere fırsatçı diyebilir misiniz? O halde bir şeyler yapmak gerekir. Eğer satış fiyatları normalse, bu fiyatlar piyasayı belirliyor. Sıfır konutun fiyatı bu kadar yüksek olunca ikinci el dairelerin de fiyatı fazla oluyor, kiralık daireler de artıyor. Vatandaş neyi boykot etsin? Yumurtayı mı boykot etsin, ekmeği mi, peyniri mi, zeytini mi, soğanı mı, patatesi mi, salatalığı mı?
Birçok emekli market market gezip fiyat araştırması yapıyor, böyle bir meslek dalı da türedi. En düşük emekli maaşı 14 bin 469 TL. Bu az tabii. Bir ev bile kiralayamıyorsunuz. En düşük maaş derken, herkes en düşük emekli maaşını almıyor. En düşük emekli maaşından biraz daha fazla alanlara da büyük haksızlık oluyor. Burada esas olan prim ödemeleri olmalı. Çok uzun süreler prim ödeyenlerle, bunun külfetine katlananlarla, tabandan prim ödeyerek 3600 günde emekli olanların maaşlarının birbirine yaklaşması adil değil. Sosyal güvenlik alanında köklü çözümlere ihtiyaç var. ‘Maaşa şu kadar artış yaptık, yetti, yetmedi’ gibi tartışmalar ve palyatif çözümler sıkıntımızı gidermiyor. Siz maaşa zam yapsanız bile, ürün fiyatları daha maaşa zam gelmeden tırmanıyor. Yetkililer ikide bir ‘Fırsatçılara göz açtırmayacağız!” diyor ama netice ortada.
“Şehit ailelerinin hassasiyeti göz önünde bulundurulmalı”
Miraç Yinanç: Biliyorsunuz yeni bir çözüm süreci başladı. DEM yöneticilerinin partileri ziyaretleri gündemde. Bu süreç hakkında ne düşünüyorsunuz?
Serdar Arseven: Çözüm süreci başka bir süreçti. Bugünkü şartlar o günkü şartlardan çok farklı. Bugün PKK terör örgütünün sırtını dayadığı ABD-İsrail ittifakı tarafından satıldığı, kenara atıldığı günleri yaşıyoruz. Suriye’deki gelişmeler de malum. Burada yapılmak istenen iç cepheyi tahkim etmek, birlik ve beraberlik havasını oluşturmak ve terör örgütünün elinden mümkün olduğunca fazla vatandaşımızı kurtarmak. Teröristbaşı Öcalan görünen o ki, örgütü lağvetme ve silahları gömme çağrısında bulunacak. Varsın bulunsun. Etkisi ne kadar olursa olsun bu çağrıyı tabii ki destekleriz. Bununla birlikte bu konudaki hassasiyetleri de, şehit annelerinin babalarının ve yakınlarının hassasiyetini de göz önünde bulundurmak şart. Bunlar bizim ortak hassasiyetlerimiz.
Öcalan’ın bu mesajı vermesinin çeşitli yolları var. Bu yollardan biri Meclise getirip konuşturmak olmamalı. Başka yollarla mesajını verebilir. PKK terör örgütü içinde, içerdeki ve dışarıdaki uzantıları içinde iki yol var. Ya devletin adaletine teslim olacaklar ya da imha olacaklar. Bu arada DEM Eş Başkanı Tülay Hatimoğullarının önce istenilen olmadığı takdirde ülkeyi Gazze’ye çevirecekleri tehdidinde bulunması, sonra da sözlerinin saptırıldığını söylemesi… Ardından da ‘Rojava’da savaş, Türkiye’de barış olmaz’ gibi söylemlerle gündeme gelmesi çok sıkıntılı bir durum. Şımarıklığın lüzumu yok.
Bir de DEM tarafının bu işi bir pazarlığa çevirmekten kaçınması lazım. Kürtçe rahatlıkla kullanılmalıdır, öğrenilmelidir, öğretilmelidir. Ki bu yollar açıktır. Ama devletimizin resmi dili Türkçedir. Bunun yanına başka diller eklemek, Kürtçe de resmi dil olsun demek, Arapça da Arnavutça da, Lazca da resmi dil olsun demek… Bunun içinden çıkamayız. Almanya’nın resmi dili Almancadır, Fransa’nın resmi dili Fransızcadır. İngiltere’nin resmi dili İngilizcedir. Dili çok az kullanılan İsviçre’nin dili İsveççe’dir. Türkçe bu memlekette yaşayan herkesin dilidir. Türkçe, dünyada en yaygın dillerden biridir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, mutlaka Türkçe bilen birilerini bulursunuz. Bu zenginlikten Kürt kardeşlerimizi, Arap kardeşlerimizi niye mahrum edelim. Bununla birlikte zaman zaman Türkiye’de kelime ırkçılığı yapıldığı da doğrudur. Türkçe medeniyet havzasındaki bütün dillerin katkısıyla zenginleşmiştir. O zenginliği de muhafaza edilmelidir. Türkçeyi ve bizi bekleyen, karşımızda duran en büyük tehlike dilimizin sosyal medyaca diline döndürülmesidir. Bunun ötesinde önemli olan şuurdur. Ortak dil de, ortak şuurun inşa ve muhafazasında vazgeçilmezdir. Türkçe, sadece Türklerin değil, bu memleketin her evlâdının zenginliğidir.
Miraç Yinanç: Serdar ağabey, başka sohbette de Suriye meselesine ve oradaki gelişmelere ilişkin görüşlerinizi etraflıca almak isterim. Bunu da eklediğimiz takdirde söyleşimizi çok uzayacak. Zaten insanların okumaktan imtina ettiği bir dönemdeyiz. Müsaadenizle Suriye meselesini de bir sonraki görüşmemize bırakalım.
Serdar Arseven: Elbette. O konuyla ilgili bir kaç cümleyi şimdiden kullanalım. Öncelikle zalim Suriye Rejimi’nin, Esat Rejimi’nin yıkılması çok güzel bir gelişme. Kan kusturdu insanlara, o rejim. Bir de İsrail’e kuvvet verdi, yaptıkları hep İsrail’e yaradı. Bununla birlikte, Suriye meselesini, imkânları, olumlu gelişmeleri, riskleri bir arada görerek ele almak lazım. Bunu da yaparız kısmetse. Bugünlük böyle bitsin tamam. Ben de size teşekkür ederim.