Yönetmen Zeki Demirkubuz’dan dikkat çeken açıklamalar

Yönetmen Zeki Demirkubuz’dan dikkat çeken açıklamalar
Yayınlama: 25.01.2025
A+
A-

Usta yönetmen Zeki Demirkubuz, Atlas Sineması’nda düzenlenen Masumiyet özel gösterimi sırasında Nuri Bilge Ceylan’ı hedef alan açıklamalarıyla dikkat çekti.

Karar’dan Furkan Uzun’un haberine göre, Demirkubuz, Ceylan’ın son filmi Kuru Otlar Üstüne için “İzlemedim ama dünyanın en sıkıcı filmi olduğuna eminim” diyerek tartışmaları alevlendirdi.

Bir izleyicinin “Roman yazmayı düşünüyor musunuz?” sorusuna Nuri Bilge Ceylan’ın Kasım 2023’te yayımlanan Kış Uykusu kitabına göndermede bulunarak yanıt veren Demirkubuz, “Ya bir iki iyi hikayeye yoğunlaşırım ya da günlük münlük ayağına her boku doldurup Doğan Yayıncılık’tan çıkarırım. Ama o sabrı bir türlü gösteremiyorum. Pandemiye benzer bir şey olursa belki yazarım” ifadelerini kullandı.

“Hayat, 83 bin kişi tarafından izlendi”

Türkiye’nin Oscar adayı seçilen son filmi Hayat hakkında konuşan Demirkubuz, filmin 83 bin kişi tarafından izlenmesini olumlu bulduğunu belirtti:

“Az emek vermedim. Bu kadar kişinin izlemesi gayet doğal. Ama Kuru Otlar Üstüne için 300 bin izlenme duydum. Dünyanın en sıkıcı filmi olduğuna eminim.”

Oscar ve Nuri Bilge yorumu

Demirkubuz, Oscar adaylık süreciyle ilgili samimi açıklamalarda bulundu:

“Biraz daha iyi bir alternatif olsaydı bu yıl adaylığı bana vermezlerdi. Ama günün birinde Nuri Bilge bile olsa bu ülkeden birinin Oscar alması heyecan verici olur.”

“Enver Paşa’yı okuyorum”

Söyleşide bir izleyicinin tavsiye isteği üzerine tarih kitaplarına ilgisini paylaşan Demirkubuz, “Şu sıralar Enver Paşa’yı okuyorum” diyerek hem tarih hem de karakter üzerine düşüncelerini paylaştı.

Yeni bir fotoğraf sergisi açmaya hazırlandığını belirten yönetmen, sergisinin temasını şöyle açıkladı:

“Hayatta ve fotoğrafta en iyi pozu yalnızlar verir.”

Demirkubuz’un açıklamalarından satır başları şu şekilde:

“Fotoğraf sergim konusunda ‘Hep bu herif mi yiyecek ekmeği. Ben buna ortak olacağım’ (Yine Nuri Bilge’ye göndermede bulunuyor) düşüncesiyle gizli gizli öğrenmeye başladım. ‘Ne yapıyor?’ falan diye bakıyorum ve fotoğraf sergisi açma kararı aldım (Gülüyor)

10-12 sene önce fotoğraf ve video çekmekten nefret ederdim. Bir tane fotoğrafım yoktu makinem bile olmadı. Sigarayı 10-12 sene önce bıraktım ve hayatım mahvoldu. O zamanki birikintiler yüzünden hayatımdaki en önemli insandan da boşandım. Hiçbir yere gitmeyi ve gezmeyi sevmeyen biri olarak gezmeye başladım. Şehir şehir gezmeye başladım. O ara gözlemlemeye başladım. Yaşadığım şeyleri belgeme kararı aldım ve tesadüfle çekmeye başladım. 1-2 sene önce bazı arkadaşların cesaretiyle sergiyi açtım. Aynı günlerde Nuri Bilge’de bir fotoğraf sergisi açmış. Beni değer verdiğim insanlar benim fotoğrafların çok daha sahici ve iyi olduğunu söylediler. Bu meseleye bayılıyorum. Son yıllarda o kadar sıkılıyordum ki. Ben bu konuda 16 sene sustum. Adam bana o kadar büyük bir iyilik etti ki şimdi habire çakıyorum. Fırsatım olmasa da çakıyorum. Konuyu özellikle getiriyorum.

Neyse… Yeni bir fotoğraf sergim açılacak. ‘Hayatta ve fotoğrafta en iyi pozu yalnızlar verir’ içeriğinde bir sergim olacak. Geçen sene sadece Müze Gazhane’de olacak. Bu bir defa ülke içinde pek çok yerde olacak. Eylül ayında açılacak. Sergi, Galeri Art 10’da başlayacak ama İstanbul Modern, Eskişehir, Mardin ve Bayburt gibi yerlerde de olacak. Bayburt ne alaka dimi? Şahane bir müze varmış orada. Çok hoşuma gitti. 8-10 ilde olacak.”

Birey olma durumları insanı rahat bırakmıyor. Elimden gelse yaşadığım pek çok şeyi canlı alıp göstermek isterim. Allah ve tanrı inancına sahip olamadım. Fakat, kendimden daha büyük bir anlamın önünde eğilip durma konusu bende bir dert oldu. 12 Eylül öncesinde kendimi komünist sanıp Marksizm’e, yönelmenin arkasında da böyle bir şey vardı. Toplum üstünden anlatmayı düşünmüyorum. İnsan, kendini unutabildiği ölçüde huzur bulabiliyor. Kendini ne kadar unutamazsa ve kendini ne kadar ortaya koyarsa o ölçüde huzursuzlaşıyor ve çekilmez bir hale geliyor. Makam öncesinde Fay Hattı ve Yeraltı filmleriyle uğraşıyorum. Çekilebilirse onları çekmek istiyorum.

“Enver Paşa üzerine dersler verebilirim”

Son 5 senede 2. Mahmut’tan günümüze Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi okuyorum. Enver Paşa dersleri verebilirim. Hiçbir tarihçi, İlber Ortaylı bile benim kadar güzel veremez. Çünkü onlar işin hikayesiyle ilgilemiyor. Şevket Süreyya çok ilginç bir adam. Mesela bir ara Abdülhamit- İttihat Terakki gerginliğine kafayı takmıştım. 10 kitabı birlikte okurum. Ülkede hiçbir şey değişmiyor sadece şekil değişmiyor. Şu yaşadığımız şeyler Balkan Savaşı sonrasında yaşananların aynısı. İnsan yaşlandıkça tarihe merak ilgi gösteriyor.

Pek çok insanın normalde olması gerektiği gibi şansı olmadı. Doğru düzgün bir öğrencilik hayatı, düşünen, okuyan ve yazan bir çevreye ait olma şansımız olmadı. Tanrı ve hayat başka bir yüzünü gösterdi. 1986 yılında çok absürt ve saçma bir şekilde en sevdiğim sineması olan Zeki Ökten ile tanıştım.

Zaten kendime sinema için değil, edebiyat için bir yol arıyordum. Çok tesadüfi bir tanışmaydı. Hayat hikayemden dolayı bir yakınlığımız oldu. İşportacılık yapıyordum. Daha düzgün bir işim ve daha sağlıklı bir hayatım olması için beni asistanlığa zorladı. 9 sene boyunca asistanlık yaptım. Yönetmenleri, yapımcıları dövüyordum. Başka sorunlar oluyordu. Her şeye rağmen diğer işlere göre parası iyiydi. Ortam her şeye rağmen iyiydi ve manitalarla daha yakından ilişki kurabiliyorduk. Pazarlarda da şanssız biri olmadım. Güzel kızlar gelirdi. Her yerin bir raconu, kuraları var ama buralar o konularda daha rahat.

“İlk dizilerden birini Kemal Sunal ile çektik” 

Türkiye’deki ilk dizilerinden birini Kemal Sunal ile çektik. Orada bir sorun oldu. Benimle alakası olmayan, eski solcu olmanın üstüme yıktığı hak, adalet, emek mevzuları yüzünden yine bir şeylere karıştım. Herkes bir şekilde anlaştı. İhale benim üzerime kaldı ve küfür ederek oradan ayrıldım. Olan bana oldu.

Hiçbir kuvvet bana yalan söyletemez çünkü dünyada yalan söylemeye değer bir şey olduğunu henüz bulamadım. ‘Bu yavşaklar bu işi yapıyorsa bende yaparım. Bunlar bu gerizekalılık ile film çekiyorsa bende çekerim’ diye düşündüm ki o zamana kadar yönetmen olmak gibi fikrim yoktu. İş rahattı. Çok çalışkan biriyim. Köpek gibi çalışırım. Kolay iş bulamıyordum. O gece Kemal Sunal beni aradı ve bir dizi teklifinde bulundu. ‘Sağol abi. Ben dizi çekmeyeceğim. Ben sinemadan başlayacağım’ diyerek kabul etmedim. Şaşırdı haliyle. Çok iyi ve şahane bir insandı. İlk filmimi 30 yaşında çektim. Hapisten çıktıktan 1-1,5 yıl sonraya denk geliyor.

Ben, bu solculuk ve marsistlikten çok erken yaşta sıyrıldım ama onun insanı sorumlu kılan ahlakından hiçbir zaman sıyrılamadım. Hala onunla başım belaya giriyor. Bir süre sonra ‘Bu sinema sektörü sana göre değil. Bu çevre zaten sana göre hiç değil’ diyerek sinema ve sanatçılardan nefret ettim. Kendimi uzaylı gibi hissettim.

Dedim ki ‘Bir şey daha yap. Sonra onunla yüzleş ve kararını ver’ Masumiyet filmi buradan çıktı. Bu filmde gördüğünüz kasetçi çocuğa benzer bir hayatım oldu. Zaten filmin bir kısmı da o dönem Anadolu’da kaldığım otellerdeki gözlemlerime dayanıyor. Masumiyet’i yazdığım dönemde ağır bir hastalık geçirdim.1-1,5 yıl boyunca o hastalık sürdü.

Sinemanın geçiş dönemindeki mevzular ve anti sosyalliğim yüzünden pek bir yere gitmiyorum. Yakın zamanda Nur Tepesi ve Okul Tıraşı filmleri beni etkiledi. Keza Savrulan Zaman filmi benim Bulantı ve Bekleme Odası filmlerimi Nuri Bilge Ceylan’ın da İklimler filmini cebinden çıkartır.

Burada daha önce yaptığım söyleşiler çok eğlenceliydi. Cem Yılmaz gelse vallahi çok etkilenirdi. Size mikrofon uzatmasak mı pek böyle şey gibisiniz. Neyse Vezirköprülü Turan Kaya misali ‘Bakacağuk’ diyelim. MHP İlçe Başkanı yeğeni. Hastayım herife. Olmaz böyle bir şey. O nasıl bir gider. Demek ki Türkiye’de MHP’li olmak böyle bir şey. Adam polise neler dedi. Neyse ya siyasi işlere girmeyelim.

“Güllü’yü Masumiyet filmimde oynatmak istedim”

Masumiyet öncesinde Güven Kıraç’ın filmi bile yoktu. Bir televizyon programı vardı. Orda onun rahatlığı beni etkiledi. Komedi yapabilen adamın o rahatlık ile dramatik filmlerde daha rahat oynayacağına hep inanmışımdır. Uzun zaman aradım. Kim olduğunu da bulamadım. Meltem Cumbul sayesinde kendisine ulaştım. O kadar ünsüzdü.

Haluk Biginer evet bilinen bir oyuncuydu. Ama bugünkü şöhretinde değildi. Onu pek düşünmüyordum çünkü onunla ilk görüşmemizde bembeyazdı ‘Bundan Bekir olur mu?’ diye düşündüm. Derya Alabora ise bilinen ve saygın bir oyuncuydu. Ama kendisini gösterebileceği pek proje olmamıştı. Yakın arkadaşımdı. Asla onu düşünmüyordum. Çünkü onun tam bir beyaz Türk olduğunu düşünüyordum. Benim kafamda Derya Alabora yerine Güllü’yü oynatmak vardı. Güllü’yü oynatmak için neler neler yaptım.

En son Tarabya’da bir tavernada oturuyordum ve ‘Benim burada bu gerizekalılar arasında ne işim var?’ diye düşündüm. Kadına baktıkça deliriyordum. Hala dinlerim. Şeytan diyor ki şarkısını çok severim. Muhteşem olabilirdi. O dönem kafasına bir çelenk takıyorlardı.

Hayat, Kader ve Masumiyet filmlerim bir akrabalık bağı vardır. Ama Hayat, biraz daha kenardan bakabilen ve olgun olduğunu düşündüğüm bir filmdir ve şu haliyle tercih edebileceğim bir film. Yeraltı filmimdeki yemek sahnesi ve Masumiyet filmimdeki bazı sahnelerin bir daha Türk sinemasında kimsenin çekemeyeceği kadar güçlü olduğunu düşünüyorum.

“Kendime karşı acımasızım”

30 senedir bu kaşar sinemacıların benim hakkımdaki ‘Tek atımlık kurşun. Kaybolur gider’ sözlerine rağmen kendi çapımda bir efsane haline gelmemin en büyük nedeni ne biliyor musunuz? Kendine karşı acımasız olmam. Çünkü, gururlu bir insanım. Kendine karşı acımasız olmayan insan, gururlu da olamaz. Hatalarınızın, eksiklerinizin, kusurlarınızın ve utançlarınızın daha kimsenin görmesine bile fırsat kalmadan kendi üzerinizde öz denetim kurabilme yeteneği. Bu ülkenin zaten en büyük eksikliği. Akıl var vicdan var.

Hayat filmini bitirdikten sonra en iyi zamanlarımı yaşadım. Eskiden her şey çok daha zordu. Gençken inanın çok daha zordu. Şurada bazı ayrıntıları anlatsam beni ufak çaplı peygamber ilan edersiniz. O kadar zorlu sınavlardan geçtim. Zaten öyle olmasa bu kadar rahat söyleyemem bunları. Ben bu ülkede özellikle de şekil olarak “sinemacı” denilecek en son insanlardan biriyim. Gündelik hayatımda izi bile yok. Anlaşılmak dünyanın en zor şeyidir. Beni sevenler kadar nefret edenler de var. Hayat böyle bir şey. Sevilmemek falan değil sorunum. Zaten tüm ömrüm bununla geçti. Masumiyet çıktığı dönem, Türkiye’de olay oldu. Siyasi köşe yazarlarının hepsi hemfikir oldu. Bunlar bugün birbirini yiyen ve birbirinden nefret eden yazarlar. Değişik ideolijilere ait yazarlar. Ufak çaplı bir Türkiye barışı gerçekleştirdim. Fakat ben buna uyuz oldum. ‘Hiçbir değeri olmayan, müziksiz ve kamera hareketi olmayan bir film yapacağım’ dedim ve Üçüncü Sayfa’yı yaptım. Bir insanın kendini sorgulaması, kendinden şüphe etmesi ve kendinden şüphe etmesi kısa vadede ona sorunlar yaşatabilir ve onu yaralayabilir ama uzun vadede inanılma faydalıdır.

Çok kez pes ettim. Her filmimden sonra sinemayı bırakmayı düşündüm. İnsan biraz kayıtsız kalmayı bilebilmeli. Kıskanmak filminden sonra sinemayı bırakma konusunda emindim. Gazetecilere haber verdim. Niye böyle bir şey yaptıysam. Ne gerek var yani. Sinemayı bıraktığımı açıklayacaktım. Niye biliyor musunuz? Ortaya konulan hikaye bakımından belki de en güçlü filmimdi. İnanılmaz fedakarlıklar yaptım. Film çekildi. Kendisine ‘sinemacı’ diyen yavşaklar filmi sürekli karaladılar. Utanç vericiydi. “

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.