Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, yakın geçmişten dersler çıkardıklarını ve Türkiye’nin Suriye’de terörle mücadele operasyonlarına devam edeceğini vurgulayarak, “Operasyonlarımıza devam edeceğiz. Uluslararası toplum, DAEŞ mahkumları bahanesiyle PKK/YPG tarafından rehin tutulmamalı veya şantaja maruz bırakılmamalı. YPG’nin PKK’nın bir uzantısı olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar” dedi.
İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in Suriye’de olanların ABD ve İsrail’in planları olduğuna ilişkin açıklamasını da değerlendiren Fidan, “Bu konuyu belki bin kez tartıştık. Ancak onların Suriye’deki varlığı, Gazze’de büyük bir soykırımı engelleyemedi” sözlerine yer verdi.
HTŞ’nin terör örgütü olarak tanınan radikal gruplarla bağlantısı sorusuna da cevap veren Fidan, “HTŞ’nin El Kaide, DAEŞ ve diğer radikal unsurlardan ayrılma konusunda büyük adımlar attığını düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, El Cezire’nin İngilizce kanalına konuk oldu.
Programda ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’ın Türkiye’nin Suriye’de “dostane olmayan bir devralma” gerçekleştirdiği yönündeki açıklamasına ilişkin bir soru alan Dışişleri Bakanı Fidan, “Öncelikle şunu söyleyerek başlamak istiyorum. Burada ‘devralmak’ demek doğru olmaz. Çünkü Suriye’de olanları bu şekilde tanımlamak büyük bir hata olur. Suriyeliler için bu bir ‘devralma’ değildir. Çünkü ortada bir devralma varsa bu ancak Suriyelilerin iradesinin devralınmış olması demek olacaktır.” dedi.
Türkiye’nin Suriye’yi yönetecek güç olarak karakterize edilmesinin doğru olup olmayacağı yönündeki bir soru alan Fidan, “Bu görmek isteyeceğimiz en son şey olur. Çünkü bölgemizde yaşananlardan büyük dersler çıkarıyoruz. Hakimiyet kültürü, bölgemizi mahvetti. Bu nedenle ne Türk hakimiyeti, ne İran hakimiyeti ne de Arap hakimiyeti. Bunların hiçbiri çözüm değil. İşbirliği esas olmalı” dedi.
“Batılı dostlarımız bu gerçeğe gözlerini kapıyorlar”
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) sınır ötesi operasyon yapacağı haberlerine ilişkin değerlendirmesi sorulan Fidan, “Bildiğiniz gibi, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG, Türkiye için büyük bir tehdit oluşturuyor. Ancak YPG, işgal ettiği bölgelerde hakimiyetini sürdürmek için kendisini Batı’ya DAEŞ’e karşı mücadelede yardımcı olan bir grup olarak sunuyor. Bunun, onların gerçek kimliğini yanlış bir şekilde yansıttığını düşünüyorum. Orada bir terör örgütü olarak bulunuyorlar. Eğer DAEŞ’e karşı olan her grubu kutsallaştırırsanız, o zaman bölgedeki diğer devletleri ve grupları da hesaba katmamız gerekir. Bölgedeki her aktör, farklı nedenlerle DAEŞ’e karşı mücadele etti. Genel olarak, YPG’nin PKK’nın bir uzantısı olduğunu biliyoruz. Kadrolarını Türkiye, İran, Irak ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen kişilerle doldurdular. Bunlar uluslararası terörist savaşçılar olarak listeleniyorlar. Ancak maalesef, Batılı dostlarımız bu gerçeğe gözlerini kapıyorlar. YPG’nin PKK’nın bir uzantısı olduğu gerçeğini görmezden geliyorlar” dedi.
ABD’ye SDG’ye olan desteğine son verme çağrısı yapılıp yapılmadığına ilişkin soruya cevabında Fidan, “Uzun bir süredir bu konuda onlara çağrıda bulunuyoruz” dedi. Bu durumun eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde başladığına dikkat çeken Fidan, “O zamanlar bize yaptıkları açıklama, bunun geçici bir tedbir olacağı yönündeydi. Ancak durum böyle olmadı. Geçici bir çözümden, uzun vadeli bir düzene dönüştü. Geçen yıldan itibaren Amerikan yönetimiyle bu meseleyi nasıl ele alabileceğimiz konusunda bazı görüşmeler yapmaya başladık. Çünkü bu durum açık bir şekilde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehdit ediyor. Ancak bölgedeki belirli dengeleri bozmak istemiyoruz. Yine de ulusal çıkarlarımızın korunmasını ve güvence altına alınmasını sağlamak zorundayız. Bu nedenle onlarla konuşuyoruz” dedi.
Ayn El Arab’a büyük bir operasyon söz konusu olup olmayacağına ilişkin bir soru alan Fidan, “Şunu belirtmek isterim ki, Şam’da şu anda yeni bir yönetim var. Bu durum öncelikli olarak onların sorumluluğunda. Eğer bu konuyu düzgün bir şekilde ele alırlarsa, bizim müdahale etmemiz için bir sebep kalmayacağını düşünüyorum” dedi.
Fidan, Suriye’deki yeni hükümetin ülkenin tamamı üzerinde kontrol sağlaması gerektiğini ifade etti.
Özerk bölge sorusu
Suriye’nin kuzeyinde özerk bir bölge veya entitenin Türkiye açısından bir tehdit oluşturup oluşturmayacağı yönündeki soruya cevap veren Fidan, “Sanırım Suriye halkı adına konuşmam doğru olmaz, çünkü bu, Suriyelilerin karar vereceği bir mesele. Ancak Türk politikası açısından şunu söyleyebilirim: Kürt, Arap ve Türkmen sivillerin kendi yerlerinde, yani memleketlerinde yaşamalarını isteriz. Bu insanlar rahatsız edilmemeli, zorla yerlerinden edilmemelidir. Eğer göç etmek zorunda kalanlar varsa, memleketlerine geri dönebilmelidirler. Özellikle sivillerin, yaşadıkları yerde huzur içinde yaşamaları sağlanmalıdır” dedi.
Türk askerinin Suriye’deki durumu
Suriye’deki geçici hükümete bağlı güçlerin ülke topraklarının tamamını kontrol altına alması sonrasında Türk askerinin Suriye’den çekilmesinin söz konusu olup olmayacağı yönündeki soruya Fidan, “Bilindiği üzere, Türkiye’nin Suriye’deki varlığının iki ana hedefi var. Birincisi, Türkiye’ye yönelik kitlesel göçün artmasını önlemek. Muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde, o zamanlar beş milyon civarında insan yaşıyordu. İkinci olarak ise terörle mücadele bizim için öncelikli bir konu. Şu anda, ana endişelerimizin ortadan kalktığını gördüğümüzde, Suriye’de kalmamız için bir neden olmadığını düşünüyoruz. Bu açıdan doğru yönde doğru adımlar atıldığını görüyoruz.” dedi ve ekledi; “Ancak biliyorsunuz, bu oldukça yeni bir durum. Sanırım henüz sadece iki hafta oldu. Bu noktada, durumun nasıl gelişeceğini görmek için onlara biraz daha zaman tanımamız gerektiğini düşünüyorum”
Türkiye, Şam’daki geçiş otoritesini tanıyor mu?
Türkiye’nin Şam’daki geçiş otoritesine bakışına ilişkin soruya cevabında Fidan, “Biz mevcut yönetimi, yeni yönetimi, Türkiye ve uluslararası muhataplar için meşru bir ortak olarak tanıyoruz. Bu nedenle onlarla iletişim kurmaya başladık. Büyükelçiliğimizi yeniden açtık ve büyükelçilerimize yerel ve merkezi yetkililerle temas kurmaları talimatını verdik.” dedi.
Bir süre önce Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in de Şam’daki yeni yönetimin doğru adımları atmaları halinde yaptırımları kaldırmaya hazır oldukları mesajı verdiğini vurgulayan Fidan, “Çünkü yaptırımların devam etmesiyle kalkınma ve göçmenlerin geri dönüşü aynı anda sağlanamaz. Yeni hükümetin halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak, kalkınma yönünde adımlar atmak ve mültecilerin geri dönebileceği bir ortam yaratmak için yaptırımlardan kurtulması gerekiyor” dedi.
AB ve ABD’nin bu çerçevede Şam’daki otoriteyi meşru bir hükümet olarak tanımasının gerekli olup olmadığına ilişkin soruya cevabında Fidan, “Sanırım burada iki tür tanım var: biri yasal olarak tanıma, diğeri ise fiili adımlar. Şu anda fiili adımlar söz konusu. Şam’daki hükümetle iletişim kurulması, onlarla temas tesis edilmesi ve görüşmeler çoktan başladı. BM, AB ve bazı Avrupa ülkelerinden yetkililerin de Şam’daki hükümetle temas kurduklarını görüyoruz” dedi.
HTŞ, Türkiye’nin terör listesinden çıkarılacak mı?
Dışişleri Bakanı Fidan, Suriyeli muhaliflerin önemli bileşenlerinden HTŞ’nin Türkiye’nin terör listesinden çıkarılmasına ilişkin bir soruya cevabında, “Bana sorarsanız, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası toplumun bu ismi terör listesinden kaldırması gerekiyor” dedi.
Türkiye’nin bu konuda uluslararası toplumun adımını mı bekleyeceği yönündeki soruya Fidan, “Buna evet diyemem çünkü biz farklı bir adım atacağız. Geçmişte yaptığımız şeyler, BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun olarak yapılmıştı. Ancak son gelişmeler ışığında başka bir karar alabiliriz diye düşünüyorum” dedi.
Suriyeli mülteciler, Suriye’ye geri gönderilecek mi?
Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin durumu ve bunların yurtlarına gönderilmesinin söz konusu olup olmadığına ilişkin bir soruya cevap veren Fidan, “Hayır, onları geri göndermiyoruz. Yeni ortamı değerlendirerek, gönüllü ve güvenli bir şekilde geri dönmek isterlerse, elbette geri dönmeleri memnuniyetle karşılanır” dedi.
Suriye’ye dönüşlerde artış yaşandığını vurgulayan Fidan, “Daha fazla istikrar ve güvenlik sağlandıkça, daha fazla insanın geri döneceğini düşünüyorum. Ancak şu an itibarıyla, birçok kişi için bunun hala erken olduğunu söyleyebiliriz” dedi.
HTŞ, terör örgütleriyle bağlarını kopardı mı?
HTŞ’nin terör örgütleri ile olan bağlarını koparıp koparmadığına ilişkin bir soru olan Fidan, “Öyle olduğunu düşünüyorum çünkü biliyorsunuz, bu göreve gelmeden önce 13 yıl boyunca istihbarat teşkilatımızın başkanlığını yaptım ve İdlib, sınırımızın hemen yanında yer alan bir yerleşim yeri. Terörizm faaliyetleri ve terör bağlantılarını yakından takip ediyorduk. HTŞ’nin El Kaide, DAEŞ ve diğer radikal unsurlardan ayrılma konusunda büyük adımlar attığını düşünüyorum”. dedi.
Rusya ve İran nasıl ikna edildi?
Rusya ve İran’ın Esed rejimini desteklemeye çalışmaktan vazgeçmeye nasıl ikna edildiği yönünde bir soru alan Fidan, “Kesinlikle kendileriyle görüştük ve mesajlarımızı ilettik. Çünkü dediğim gibi, yakın geçmişimizden çok büyük dersler çıkardık” dedi.
Fidan, “Onlarla açık ve dürüst bir şekilde görüştük, her konuyu masaya yatırdık ve meseleleri tek tek ele almaya çalıştık. Biliyorsunuz, Ruslar ve İranlılar uzun süredir Suriye’de bulunuyor ve Suriye rejiminin olumsuz yönde nasıl ilerlediğini çok iyi biliyorlar. Esad rejiminin ve bölgenin sorunlarına oldukça aşinalar. Dolayısıyla, bir noktada bizim mesajlarımızın da doğru olduğu sonucuna vardıklarını düşünüyorum” dedi.
İran ve Rusya’nın bu konuda Suriye’deki varlıklarının devamı konusunda bir garanti alıp almadıkları yönündeki soruya Fidan, Suriye halkının adına konuşamayacağı şeklinde cevap verdi.
Türkiye’nin muhaliflerin operasyon planından haberi var mıydı?
Türkiye’nin muhaliflerin Halep, Hama, Humus ve Şam’a ilerleyen büyük çaplı operasyon planlarından haberi olup olmadığına ilişkin bir soruya Fidan, “Uzun zamandır bilhassa HTŞ’nin böyle bir niyetinin olduğunu biliyorduk. Ancak bizim tutumumuz, her zaman için iki ana endişemiz üzerinde şekillendi. Birincisi, Suriye’de daha büyük bir istikrarsızlık sonucu daha büyük bir göç akını oluşması ve ikincisi, terörizmin artan seviyeleri idi. Son iki üç yıldır, bölgenin oldukça zayıf olduğunu ve kuzeyden gelecek beklenmedik bir askeri saldırının muhalefet güçleri lehine bir başarıya yol açabileceğini biliyorduk. Ancak bu durumun, İranlılar ve Rusların ağır silahlar kullanarak özellikle sivil nüfusu hedef alıp ayrım gözetmeksizin bombalamaya başlayıp başlamayacağı konusunda bir garanti sağlamadığını da biliyorduk. Bu tür bir durum, muhalefet kontrolündeki bölgelerde terör, panik ve şok yaratabilirdi” dedi.
Fidan, “Ancak şu anda onların bu kararı aldığını gördüğümüzde, bizim görevimiz bunu kontrol altına almak ve sürecin sorunsuz bir şekilde ilerlemesini sağlamak oldu. İşte bu yüzden diplomatik adımların ve çabaların özellikle önemli olduğunu düşündük” şeklinde konuştu.
Esed rejiminin düşüşü Türkiye’nin nüfuzunu artırdı mı?
Esed rejiminin düşüşünün Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzunu ne yönde etkilediği şeklindeki soruya cevabında Fidan, “Artan şeyin Türkiye’nin sorumluluğu olduğunu söyleyebilirim” dedi.
Fidan, “Komşu bir ülke olarak özellikle yeni reforme edilmiş hükümete teknik destek sağlama konusunda elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerekiyor. Şu anki hükümet, iflas durumunda zira hiçbir finansal araç mevcut değil, bankacılık sistemi çalışmıyor, hatta havaalanları bile faaliyette değil. Yeni hükümetin ülkeyi yeniden inşa etmek için büyük bir titizlikle çalışması gerekiyor” dedi.
Türkiye’nin nüfuzunu Suriye halkına yardım ve işbirliği için kullanmak istediğini ifade eden Fidan, “Özellikle bölge ülkelerinin Türkiye’nin Suriye’ye herhangi bir şekilde hükmettiği izlenimini edinmesini istemiyoruz” dedi.
Fidan, “Çünkü bölgede bazı ülkelerin yaptığı hataları tekrarlamayacağız. Birincisi, bu, tüm Suriye halkına karşı saygısız bir davranış olur. İkincisi, hiçbir ülke Suriye’nin tüm sorunlarını tek başına çözemez. Bu nedenle birlikte çalışmak zorundayız. Dediğim gibi, ortak bir amaç doğrultusunda hareket etmeliyiz” şeklinde konuştu.
Uluslararası ve bölgesel toplum olarak Şam’daki yeni hükümetten beklentileri sıralayan Fidan, “a) Terörist gruplarla, özellikle DAEŞ ve PKK ile iç içe olmaları ve karışmalarını istemiyoruz, b) Komşu ülkelere tehdit oluşturmamalarını istiyoruz, c) Hristiyanlar, Aleviler, Yezidiler, Türkmenler ve Kürtler gibi azınlıklara kötü muamele yapılmamasını istiyoruz. Kapsayıcı bir hükümet kurmalarını bekliyoruz ve d) Toprak bütünlüğü, siyasi birlik ve egemenliği sağlamalarını istiyoruz” dedi.
ABD’nin Suriye’de PKK’nın uzantısı SDG’ye destek vermesinin oluşturduğu risklere ilişkin bir soruya cevap veren Fidan, “Bu tam olarak, yıllardır kaçınmaya çalıştığımız bir durum. Hem ABD ile bir çatışma rotasına girmemeye çalışıyoruz hem de aynı anda terörizm tehdidini ele alıyoruz. Bu nedenle, Suriye’deki Amerikan güçleriyle bir çatışmayı önleme mekanizması kurduk. Terör hedeflerine yönelik istihbarat ve askeri operasyonlarımızı yürütürken aynı zamanda Amerikalılarla bu mekanizmayı işler hale getirdik. Bu, diplomatik ve askeri açıdan oldukça zorlu bir görevdi. Şimdiye kadar bu noktaya geldik, ancak her zaman büyük bir çatışma riskiyle karşı karşıya kaldık. Çünkü dediğim gibi, onların varlığı var ve bizim için bir varoluşsal tehdit söz konusu. Şimdi her iki taraf da bu sorunu tanıyor ve buna göre adımlar atıyoruz” dedi.
Fidan, “Başkan Trump, başkan olduğu dönemde birkaç kez bu politikaların terk edilmesi talimatını verdi ama maalesef kimse onu dinlemedi.”
Fidan, ABD ve Türkiye’nin Suriye’deki menfaatleri arasındaki çatışma döneminde sona gelindiğini ifade etti.
“Geri adım atmamız mümkün değil”
ABD’nin Türkiye’den Suriye’nin kuzeyine operasyon yapmaktan vazgeçmesini talep edip etmediği yönünde bir soru alan Fidan, “Her zaman DAEŞ ile ilgili operasyonların aksatılmamasına vurgu yapılıyor. Tabii bize, ‘Terör tehditlerine karşı adım atmayın’ diyemezler, çünkü bu bizim dikkate alacağımız bir şey değil. Bu konuda geri adım atmamız mümkün değil ve onlar da bunu yapmamızı bekleyemezler.” şeklinde konuştu.
Fidan, “Bizim söylediğimiz şey şu. Burada başka bir yol bulunması gerekiyor çünkü operasyonlarımıza devam edeceğiz. Uluslararası toplum, DAEŞ mahkumları bahanesiyle PKK/YPG tarafından rehin tutulmamalı veya şantaja maruz bırakılmamalı” dedi.
İsrail’e tepki
İsrail’in Suriye’deki eylemlerine de değinen Fidan, “Şu anda İsrail tarafından büyük bir provokasyon ortaya konulduğunu düşünüyorum. Netanyahu hükümeti yalnızca soykırımcı değil, aynı zamanda intihara meyilli bir politika izliyor. Bu, sadece Araplar ve Müslümanlar için değil, aynı zamanda Yahudi halkı ve İsrail’in geleceği için de büyük bir tehdit oluşturuyor ve gelecek nesillere kötü bir miras bırakıyor.” şeklinde ifade etti.
Suriye’deki durumun Gazze’ye yansımalarını ve durumun Gazze’nin daha fazla izolasyonu anlamına gelip gelmeyeceğini de değerlendiren Fidan, “Umarım öyle olmaz, çünkü uluslararası toplum olarak, özellikle Türkiye’nin öncülüğünde, onları asla yalnız bırakmayacağız. Onlara yardım etmek ve destek sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapacağız.” ifadelerini kullandı.
“İran’ın Suriye’deki varlığı Gazze’de büyük bir soykırımı engellemedi”
İran’ın dini lideri Ayetullah Hamaney’in Suriye’de olanların ABD ve İsrail’in planları olduğuna ilişkin açıklamasını da değerlendiren Fidan, “Bu konuyu belki bin kez tartıştık. Ancak onların Suriye’deki varlığı, Gazze’de büyük bir soykırımı engelleyemedi” dedi.