Bugünkü yazısında ‘laiklik şerbeti’ başlığını kullanan Serdar Arseven, günümüz dizilerini eleştirirken geçmiş dönemdeki televizyon yapımlarında İslam’a verilen zararları da hatırlattı.
Arseven, “Şaban” adının nasıl kullanılıp, Müslümanların bu addan soğutulduğunu hatırlatırken, kendisinin de “laik-çağdaş” bir çevrede büyüdüğünü hatırlatarak, “İçinde büyüdüğüm ‘Laik, çağdaş’ çevrede şahit olduklarımı anlatsam mı? Bir anlatsam… Tam mânâsıyla bir ‘Lâiklik Şerbeti’ mi olur?” diye sordu.
Arseven’in yazısı şöyle:
“Seçime çok yaklaştığımız” şu süreçte, son derece “ilginç” diziler dikkat çekiyor.
“Senaryo”lar, “Proje”ler müthiş!..
“Gerçek bir hayat hikâyesinden alınmıştır” vurgusu da ‘olaya’ iyice inandırıcılık katıyor.
Dizilerin başlangıçlarında, “Cuma Namazı’ndan bile pek bahsedilmezdi, hangi dağda kurt öldü acaba?” dedirten şeyler oluyor…
Sonra…
Kısa sürede değişiyor işler…
“Ömer” ve “Kızılcık Şerbeti” adlı dizilere, özellikle de “mesajlarına” şöyle bir bakalım hep birlikte:
“Ömer” Dizisi’ndeki “İmam”ın, çocukluktan yeni çıkmış kıvamlı “Dindar Oğlu” ile…
Yani ..
“İmamoğlu” ile, yaşını başını almış, çocuklu bir kadının ev kapısını açmak için verdiği mücadele, ilk bölümden.
Çilingir arkadaşı, dükkânı İmamoğlu Ömer’e emanet ediyor…
Kadın da, ev kapısını açtırmak için Masum Yüzlü, Atkılı, Emanetçi Çilingir’e gelince, büyük aşk başlıyor.
Hiçbir çilingir ile hiçbir müşteri (özellikle kadın müşteri) arasında yaşanamayacak evsaftaki “anahtarı birlikte çevirme mücadelesi” sırasında elektriklenmenin şiddeti artıyor!
Epeyce sürüyor o “İmamoğlu –kadın müşteri” dayanışması…
Kapı birden bire açılınca, İmamoğlu Ömer ile Kadın,
birlikte yere yuvarlanıyorlar, -yanlış anlaşılmasın- aşırı yüklenmeden dolayı elbette.
Ve yerde yine aşırı elektriklenme!
İmamoğlu -Ressam Ömer’in büyük aşkı böyle başlıyor.
İmam Baba var filmde, bir de Arıza Ağabey…
Ömer seviyor, ailesinin yaşça, başça kendisine uygun görmediği birini seviyor ama, “Muhafazakâr Aile” aşktan ne anlar?
İlle de “Öyle şey olmaz!” diyerek engel olmaya çalışıyor, deli dalgalar gibi kıyılara vuran bu büyük aşka.
Kabaca böyle bir mevzu, aralarda “İmamoğlu Ömer’in ressamlık merakı” gösterileriyle, “birilerinin resim karşıtlığı”na gönderme mi yapılıyor, ne yapılıyor?
Bir de, yardım için “bankadan faizle borç çekilebilir” mesajı var, taa ilk bölümden…
Öyle amansız hastalık için ameliyat parası (vs.) değil;
“Eski futbolcu enişte bey” iş için yurt dışına gidecekmiş…
Dertli Abla, kocasının geçim sıkıntısından dolayı gurbet ellere gitmesine engel olmak için “sermayeye” ihtiyaç duyuyor…
İmam Baba’dan para istiyor…
O da, “Zamanında beni dinlemedin, benim sözümü çiğnedin” yollu lâflar ediyor ve elinde para olduğu halde, vermiyor.
Böyle olunca da iş “Ömer”in yardımseverliğine kalıyor.
İmamoğlu Ömer de, gidip bankadan faizli “ihtiyaç” kredisi çekiyor!..
*
Ne güzel değil mi?
Cumhurbaşkanı, “Ömerleri” ararken…
O “Ömer”lerden biri, dizide çıkıyor!
“İşte size Ömer!” diyor.
İmamoğlu Ömer yani!
“Ömer” dediğin böyle olmalı, bir yönüyle “fedakâr, cefakâr”, diğer yönüyle “modern, çağdaş, birazcık ressam ya da heykeltıraş”..
Diğer yönüyle de…
Turist Ömer!
*
Her bölümü izleyecek değiliz, o kadar vaktimiz mi var?
Ömer adlı diziye ayırabileceğimiz son yarım saat, internetten şöyle bir araştırmaya tahsisli…
Yapımcısı kimmiş, kimlerdenmiş?
Arayan bulur!..
*
Bir de “Kızılcık Şerbeti” çıktı, Ömer’le –aşağı yukarı- eş zamanlı olarak piyasaya…
Oranın girişi de müthiş…
Saygın bir “Dindar Aile” havası…
Yine “Gerçek bir hikâyeden uyarlandığı” söylenen dizi, bir süre “Minyeli ve de Künyeli Abdullah” kıvamında gidiyor…
Çok zengin ve çok “dindar” bir Aile.
Evin reisi Abdullah Bey, çorbayı çok önceden bitirecek kadar uzun bıyıklarından dolayı biraz “işkillendirmiyor” değil ama duruşuyla, konuşmasıyla saygınlık uyandıran birisi…
Bir Zamanlar Çukurova dizisindeki “Şermin” de, burada Aile’nin Hanımefendisi.
Anne.
Başını örtüyor, Kur’an okuyor, evi çekip çeviriyor, eşinin evlâtlarının üzerlerine titriyor.
Biraz da aşırı titriyor.
“Şermin”i görünce, “Hayırdır İnşaAllah” diyorsunuz,
“Geliyor mu gelmekte olan!”
*
“Lük-üs yaşantılı” Muhafazakâr Aile’de
3 evlât;
İkisi erkek, biri kız.
Erkeklerden birinin özgüveni yerinde, diğeri ezik büyümüş…
Ezik olan, karakteri bozuk biriyle “görücü usulü” evlendirilmiş.
Zavallı “Mustafa”, vur ağzına al lokmayı, kötü kadının elinde oyuncak…
Yetişkin Kız Nursema’nın hobisi “hattatlık”.
Bakışları bir tuhaf, “psikolojik problemleri” var gibi, kafayı eğiyor ve koca gözleriyle yere bakıyor…
“Du bakali N’olecak” diye bekliyorsunuz, Nursema nerede patlayacak?
Bir de evin özgüvenli başarılı delikanlısı var, onda bir numara görünmüyor da…
Esas numara onda!..
Gayet çağdaş, gayet modern ailenin kızına âşık olunca ve kendilerini “nikah dışı birliktelik” sonucu hamile bırakınca, işler tam mânâsıyla “Laik-Antilâik Krizi”ne dönüşüyor!..
Hayır abartmıyorum, sonradan bir parçasını izlediğim bölümde, o Kız’ın kendi ayakları üzerinde durabilen, gayet feminist ve boşanmış Okul Müdiresi Annesi, “Türkiye laiktir laik kalacak!” kıvamında bir şeyler söylüyor!..
Burası Laik Türkiye, konu da “Oruç tutanların yanında içki içmek ve laiklik!”
Ne alâkası varsa!..
Diziyi uzun uzun anlatmayalım, özetin özetini verelim:
“Farklı kültürlerde büyümüş iki genç evlenince, iki aile arasında acayip acayip krizler yaşanıyor.”
“Zengin-Muhafazakâr Aile”nin ilk bölümde hayli takdir toplayan Büyüğü Abdullah Bey, Feminist Okul Müdiresi’nin çok daha feminist kardeşine âşık oluyor, hatta nefsiyle mücadele edip edip sonunda “İlân-ı Aşk”ta bulunuyor.
“Garip bakışlı hattat” Nursema ise, çağdaş ve psikolojisi düzgün bir gence âşık oluyor.
Bu aşkı öğrenen “Muhafazakâr Aile”, bilhassa da Bir Zamanlar Çukurova Dizisi’nin Şermin’i , infiale kapılıyor.
Gidiyor, zaten “Aşk Acısı” çekmekte olan Muhafazakâr Abdullah Bey’i “alev”lendiriyor.
(Bu arada, Abdullah Bey’in âşık olduğu feministin adı da Alev!)
Garip Bakışlı Hattat Nursema’yı, “sevdiği adamdan uzaklaştırmak için” istemediği bir evliliğe zorluyorlar.
Muhafazakâr aile, muhafazakâr aileye kız veriyor.
İstenmeyen damat, serserinin teki üstelik.
Zoraki nikâh kızın arzusu hilâfına gerçekleşiyor.
Kız da, o gece “Dokunma bana!” diyerek pencereye çıkıyor…
Serseri damat, şöyle bir itiyor…
“Başörtülü, Garip Bakışlı, Hattat, Mağdure” Nursema, yüksekten yere çakılıyor…
Komalık oluyor, dudak kenarında ufak bir çizikle.
Bir yeri kırılmıyor, gelinliği kirlenmiyor…
İki gün boyunca yoğun bakımda kalıyor…
Bu arada garip garip şeyler oluyor, her neyse!..
*
Uzun uzun anlattık galiba, yok anlatmaya kalksam daha neler var, neler…
Bir taraf yani “Muhafazakâr” aile, tam mânâsıyla kafayı yemişlerden oluşuyor.
Duvar kağıdındaki “domuz”dan bile (ille de domuz olacak bebek odasının duvar kâğıdında, inek olsa kurtarmıyor!) “nem” kapan, fitne-fücur, rahatsız, ruh hastası tipler…
“Mini etekli” gördüm mü, yelkenleri indiren Abdullah Bey, “Muhafazakâr Aile”nin büyüğü…
O da Bir Zamanlar Çukurova’nın, buradaki “Başörtülü Anne”si Şermin’le görücü usulü evlenmiş galiba…
Aralında aşk yok yani, kuru kuruya bir evlilik.
Hep böyle olmaz mı ya, “görücü usulü” evlilikler!..
Mesajlara bak sen!
*
Baskıdan kafayı yemiş, garip bakışlı Nursema…
Baskı altında büyütüldüğü için “saflaşmış” Mustafa.
Aşktan, sevgiden anlamayan, bağnaz bir MuhafazaKÂR Aile…
Evin Hanımı, Bir Zamanlar Çukurova’nın Şermin’i de iyice sıyrık…
*
Abdullah Bey tiplemesi başlangıçta iyi gibiydi, onun da yelkenlerAlev’i görür görmez, aşağı indi!
E, tabii bir şey görmemiş tipler bunlar.
Arzuları içlerinde hapsolmuş…
Böyle “Alev” gibi yakan birini görünce, anında eriyorlar!
*
Öbür tarafta,yani “laik” kesimde, araya “arızalı tipler” yerleştirilse de…
Genellikle, özgüvenleri yüksek, psikolojileri gayet düzgün, saygın, çağdaş bireyler…
Kadınlar da ultra-feminist!..
*
Olan bitenlere, “Dizidir bunlar dizi” diyerek bakabilirsiniz…
Ben de öyle yapmaya çalışıyorum ve en emin yol olarak “artık bakmamayı” tercih ediyorum.
Amma velâkin bir şekilde çıkıyor karşınıza, sosyal medyaya bir girin, ne sahneler ne sahneler…
E, bir de geçmişten bugüne, ne hasarlar var…
Recep, Şaban, Ramazan.
“İnek Şaban!”
Hayli vakittir, bebeğine “Şaban” ismini koyana rastlamıyoruz pek.
Vasiyet varsa oluyor ancak, yoksa kimse çocuğu “Şaban” olsun istemiyor.
E, öyle ya…
“Oğlum Şaban mısın, nesin!” bile deniyor –haşa-!
Güzel insanlar genellikle çağdaş denilen insanlar arasından çıkıyor…
Nerede bir hacı- hoca var, ondan kollayacaksın kendini!..
Mesajlara bak!..
*
Uzun yıllar boyunca bunlar işlenmedi mi?
“Küçük Ev” dizisindeki “güzel ahlâklı” papaz ve bizdeki “üç kâğıtçı hacı amca!”
Adamlar yapıyor abi!..
*
Şimdi ben de…
İçinde büyüdüğüm “Laik, çağdaş” çevrede şahit olduklarımı anlatsam mı?
Bir anlatsam…
Tam mânâsıyla bir “Lâiklik Şerbeti” mi olur?
“Gerçek hayat hikâyesinden” de değil, birebir “Gerçek Hayat”tan alınmıştır her şey…
Ne “putlaştırmalar”, ne arızalar…
Ne kayık ve de ne çağdaşşşş hayatlar…
Kadına şiddet mi, ohoooo!
Her türlüsü!
“Köylü” yü aşağılamak mı?
En ağır biçimlisi!
*
Yaşadıklarımı, gördüklerimi yazsam mı acaba?
Yazsam bile…
Böyle bir “eseri”, filme çekebilecek bir “babayiğit” var mı acaba?
Ha bir de…
RTÜK var ya…
O RTÜK, -şimdilerde olduğu gibi- “sessiz” kalır mı acaba?
Agzina elin sağlık kardeşim bunlar secim den Müslüman kılığına giren fitne fesat munafiklar